4 Aralık 2010 Cumartesi



Adın bende saklı kaldı. Biliyor musun? Seslenmeye bile korktum çoğu zaman... Kimseye söylemedim, bilmesin istedim, sen bana özeldin... Adını sadece senin gözlerine bakarak, sana fısıldamayı istemiştim.

Kendimi sever gibi sevdim seni. Kendime bile söylemek istemedim bu aşktan vazgeçmeni.

Bitme istedim.

Gitme istedim.

Gittin...


Kendi yüreğindeki yangınların ve hırslarının seni de eriteceğini bilerek gittin. Biliyordum seviyordun. Acıta acıta ve kendini kanata kanata yok olmayı seçtin. Yan istedim, acıların bitmesin, her zaman vicdanınla kala kal istedim işte.

Korktum, gücendim, bende kaçmaya çalıştım senden. Denedim, uzaklaştım. Kaçmak için uğraştıkça, senden vazgeçememenin sancılarını yaşamaya başladım. Söyleyecek sözler bırakmadan ve bakmadan arkana, uzaklaşmayı tercih ettin ya... yediremedim...
Kin değildi bu, sadece sana karşı bir öfkeydi. Defalarca rededilişimin acısını çıkarmak istedim. İntikam için değil. Kendi öfkemin bile içine sıkışıp kaldığım oldu.

Mutluluğumuzu bu kadar ertelediğine inanamamışlıktı bu. Ertelemek dedim de, kimbilir belkide direk bitirdin. Tıpkı benden kaçmak için söylediğin sözlerin gerçekliğine inanmaya çalışarak.

Bu kadar mutlu olma şansımız varken, biz bu kadar birbirimizi tamamlarken, şimdi ayrı gayrı olmak koyuyordu.
Hayır! hayat adil değildi, sen gitmiştin.
Ben bitiktim.


Seninle karmançorman olan hayatıma geri dönmeyi denedim. Ama artık hiçbirşey eskisi gibi gelmiyordu. Hep bir yarımlıktı duyumsadığım. "Şimdi o da olsaydı" şeklinde cümleler kurar olmuştum nicedir. Kendi kendime, bize ait bil dil geliştirmiştim, duymanı umut ederek.
Seni isteyip, hayatıma seni mühürlemiştim.

Gitme demiştim,

Gitmiştin.

Şimdi bende yazacağım dediğim, ama gönderil(e)memiş diğer mektuplarıma bir yenisini daha ekliyordum.


Hiç yorum yok: