12 Ağustos 2009 Çarşamba

Su Kadını

Kadın ellerini bacaklarının üzerinde birleştirmiş, gözlerini ayırmadan, karşısında oturan adamı inceliyordu. Yüzündeki çizgilerden gözbebeklerine dek bütün hatlarını ezberine almak ister gibiydi. Günlerce rüyalarına girmişti adam. Şimdi ise işte anımsadığı o yüz karşısında idi. Anımsamak… Bütün anılar, bütün sesler yeniden bir araya gelmişti. “ -biz- olmayı beceremeyen, iki -ben' lik- dik” diye düşündü kadın. Uzun uzun bakmaya devam etti. Adamın tavırlarından; kadının bakışlarından bir çekinceme duyduğu belliydi. Geçmişte de “Bana öyle bakma” derdi hep kadına. Delip geçermiş gibi baktığını söylerdi kadının. Oysa bilmezdi ki, kendisinin bakışlarının nasıl alev alev yandığını. Bilemezdi hiç; o bakışların kadını nasıl yaktığını… Kadın şuan karşısında oturan adama bakarken; ilk tanıştıklarında, üzerinde bıraktığı izlenime dayanarak yazdığı bu cümleleri anımsadı...


"Yenilmiş bir ordu gibi kaçıyorsam senden, dudaklarının karşısında kaçıyorsam bağışla... Bir yangını başlatacak kibrit olmaktan... Olmandan korkuyorum..."


Kendini tanıyordu: "Su gibiydim ben. Evet belki bir kibrit olup alevlendiremezdim ortalığı; ama bir yangını körükleyebilir veya kontrol altına alabilirdim. Ben türlü özlere sahiptim; buz olurdum, buhar olurdum, akardım... Su olmanın en güzel yanını bilmezdi kimseler ve bana bakanlar anlamazdı çoğu zaman. Bilemezlerdi benim gerçek rengimi, derinliklerimde saklı gizemlerimi. Anlamazlardı mükemmel yansıtıcılığımı... Aslında kendilerine baktıklarını...''

Oysa ki; anımsıyordu da, bir bakışta içindeki suyun varlığının keşfedilmesi şaşırtmıştı kadını ilkolarak. Adamsa, birinin su olup içindeki ateşi körüklemesine heveslenmiş olmalıydı... Kızın içindeki suyun duruluğuna şaşırmıştı. Bir damla kadar masum duruşuna ve büyük bir dalga kadar hırçın kelimelerine... Merak etti adam kızı. Kızsa hep yaptığı gibi ruhuna inmeye çabaladı adamın...

Kelimeler birbirini kovalıyordu aralarında ve her seferinde bir yenisi daha eklenerek. İkiside zıtlıklarına rağmen, birbirlerini ne kadar güzel tamamladıklarını gördüler. Günler geçti, sahneler değişti. Aradan geçen aylar sonrası, araya giren ayrılıklar, sevgiler, kırılganlıklar, korkular, kaygılar sonrası; şimdi karşılıklı otumuş; sözcüklere ve birbirlerine kattıkları anlamları düşünüyorlardı. Birinin gözleri ileriye, diğerinin gözleri ise ellerine bakıyordu.

Geçip giden günlerinin, sevgilerinin, nefretlerinin, sorumluluklarının bilincinde; artık kendilerini ve birbirlerini daha iyi tanıyarak, zihinlerinin onlara oynadığı bu oyuna bir son vermeyi planlayarak buluşmuşlardı orada.


İlk adam konuştu... "Su gibiydin sen. Bazen durgun, bazen coşkun ama en çok huzur dolu. Yanında sıkılmıyordum, yanında o an hangi kimliğimle olmak istiyorsam, o oluyordum. Ve sen öyle güzel ayak uyduruyordun ki bana, dünyada beni tamamlayanın sen olduğunu görüyordum. Sen geçmişimde kalan, kendi çocukluğum ve masumluğumdun. Sana bakmak, geçmişe bir yolculuktu... Sana bakmak doyumsuzluktu...

Ne garip...! İçimdeki kirli kanı akıtmak için insanları kullanırken, rastlamıştım sana. Fakat sen tüm saflığınla ve açıklığınla arındırmaya başladın içimdeki o hırslı zehri. Seninle yeniden insanlığın ne olduğunu düşündüm.

Ne zaman sana dokunmak istesem; biryandan ferahlığınla serinlerken, diğer yandan oyunlarınla eğleniyordum. Seni hem avuçlarımda tutabiliyor, hem de ellerimden kayıp gidişini izleyebiliyordum. Sen... Öyle güzel bir oyuncuydun ki! Derindin, bitmiyordun ve her derinlikte farklı yönlerini gösteriyordun. İndikçe kararsa da yüreğin, aynı zamanda bu karanlık yanlarını saklayan, çok iyi bir yansıtıcıydın. Sana bakınca kendimi görürdüm, tenin tenime karışırken yabancılık hissettirmezdin. Bazen kendime dokunduğumu düşündürüyordun hatta..."


Adam kadına bakarak söylediği bu sözcüklerin ardından, daha fazla devam edemedi. Kadının dokunuşlarının, ne kadar da kendisine benzediğini onaylamak istercesine dokunmak istedi o tene. Ama tuttu kendini. Özlem ve tutku dolu bir ifade ile kadına bakmayı sürdürdü. Kadının aklına ise o an alakasız bir biçimde, bir şarkı takılmıştı.


"Seni ararken kendimi kaybetmekten yoruldum... Bulduğum zannettiğimdekendimden ayrı düştüm..."


Ve daldıkları düşüncelerden sıyrılarak; adam konuşmayı bıraktı. Kadın ise adamı dinlemeyi...


(Devam edecek...)

2 yorum:

Tayfun dedi ki...

Senin dilinden çıktığım ağustos-kasım yolculuğu beni daha önce olmadığı kadar ürpertti. Bir yanım kadınlardan ölesiye korktu, öteki yanım inanılmaz bir şefkat duydu. Kızdım, öfkelendim bazı satırlara, kimi yerde ise utandım hatta sıkıldım erkekliğimden. Artık benim derken kaybettiğim kadının altyazılarını buldum burada.. ve neye üzüleceğimi şaşırdım, daha önce keşfetmemiş olmama mı? yoksa bulsaydım ona yaklaşma cesaretini kaybedeceğimi anlamış olmama mı?
Yinede teşekkürler... Çok şey öğrendim, en önemlisi ise sevdiğim kadınla beni sevenin aynı bedendeki farklı kişiler olduğunu...

efsa dedi ki...

bende benim dediğim bu hikayede ki adamı kaybettim yine yenilerde...

Ne mutlu bana, sana bir tek şey katabildi isem. teşekkür ederim.