10 Aralık 2009 Perşembe

Mabetlerinde tapınmaya geldim...

Kabul et sunduklarımı!

9 Aralık 2009 Çarşamba

Öncesi, sonrası, sebebi, mazereti yok. Seni istiyorum.
bir yastıktır sana kalan çoğu zaman. Sen anca ona sarılır yatarsın. Ne yazık... Yalnızsın. :)

Mektuplar / Gidişin

Merhaba sevgili...
Şimdi "Nasılsın" diye çocukca bir giriş yapsam sana, ne değişir ki?
Sonuçta yüzeysel olarak nasıl olduğunu, benden uzakta neler yaptığını hep bildim... Bilirsin birşeyleri kurcalamayı hep sevmişimdir. Sevdiğim çok şey var aslında... Ama artık bütün herşey anlarda asılı kalıyor. Tek söyleyebileceğim, sen unutulmuyorsun!

Şu anda beni merak etmeni isterdim mesela... Sormanı, aramanı... 
Ben... İyiyim işte, herşey bildiğin gibi hayatımda. Havalar da güzel bu sıralar... Sonbahar ya! Her yer sarı, her yer kırmızı, bakışlar sepya...
Ne güzel olurdu, bir sonbahar günü öpüşmek seninle yağmurda. (Keşke yine öpebilsen beni. Saçlarım yüzüme düşse ve sen çeksen...)

Son bahardı... Kaçınılmazdı... Ki kaçamadık. Döküldü tane tane yapraklarımız. Sen giderken silkelendin, ben ağlarken düştü son yaprağım. Geride kocaman bir boşluk... Yaprakların hışırtısı... (Ne garip; aslında insan alışkanlıklarının kurbanı, sevginin değil! )

Sen gittin...
Biliyor musun; aslında hiçbir şey bildiğin gibi değil hayatımda. Çok şey değişti. Çocuklara konulan isimler bile değişti bu yıl. Kıyafetler, tarzlar, hayatlar değişti. Ben değiştim. Koltuğumun rengi bile değişti. (Aslında en büyük değişimi seni sevdiğimde yaşadım ben...) Sonra sen gittin... Ve yakışmadı hiçbir kıyafet üzerime!

Sen çok özeldin, güzeldin...
Her kadının hayatında "işte çocuğumun babası bu olmalı" dediği bir adam vardır ya... Senden bir bebeğim olmalıydı benim de. Senden bir parça, bir doku, bir koku. Baktıkça seni hatırlatan. Sevginle birlikte doğan, büyüyen, benimsenen. Nasıl sevgini büyüttüysem içimde, onu da büyütmeliydim. (Sen daha gitmemeliydin sevgili... Daha değildi, o gün değildi...)

Sen gittin...
İçimdeki kadın arkandan o duruşu bozmamaya çabalarken; paçasına yaslanmış sana umutla bakan o küçük kızı yok saydın... Gittin... O kız mahsun kaldı. Artık acıtsa da kanatmıyor yokluğun...

(Sen; iki renkli bir kalemin artık yazmayan tek tarafı gibiydin... Mürekkebim bitene dek, benimle kalmaya mecburdun... Bende seni taşımaya!)

Senden sonra neler yaptığımı merak ediyorsundur?
Süzdüm işte gıdım gıdım tenime akıttıklarını, tenimde bıraktıklarını... Katılaşmış kalıntılarını soydum derimden, yüzümden, içimden.
Yapışmıştı bazıları, kanattı...
Sen hiç ellerindeki kana bakarak karşıdakine bulaştırmak istedin mi?
Ben istedim.

En son yüzün ne zaman kızardı senin?

Aramızda ki en büyük fark bu işte. Benim hala yüzüm kızarabiliyor.

Asla ders almayacaksın sen yaptıklarından...

Hayatlarımızda hangimiz daha mutlu olacak bu çok belli.
uyku allahaşkına bir uğra...

8 Aralık 2009 Salı


Parmaklarının ucunda yürür gibi,
sessiz,
sakin,
adım adım yaklaş bana.

Üzerimde tozlu birikintiler var.
Belki sen üflersen geçer.
Dostluk üzerine...

Zordur hep dost olmak değil mi?. İyi gün, kötü gün diyaloglarını da pek umursamam ben. Dostsa sırtımı dayamalıyım, düştüğümü hissettiğimde; eliyle kolumdan kavramalı. Ayakta durmamı sağlamalı sözcükleriyle.



İstediğim, beklediğim;


Çat kapı gidebilmeliyim evine. Buzdolabını açıp, ben açım diyebilmeliyim. Kıyafetlerimi değiştirebilmeliyim özgürce dolabına bakıp, üzerime bir eşortman geçirebilmeliyim. Yada o getirmeli ben evine gittiğimde. Pijamalarım hazır olmalı, bana demeli ki "bak senin sevdiğin gibi un kurabiyesi yaptım, hem cevizde var"... Telefon açmalı, "bir günde arama bee rahat bir nefes alayım" demeliyim. Hiç diyemedim...


Paylaşmalıyım özgürce herşeyimi. ama en çok o anlarımı... Yanından sıkıntıyla değil, huzurla ayrılmalıyım. Bazen hiç konuşmamalı, sadece dinlemeli. Elleri, ayakları sıkıntıyla oynamamalı. "Gideceğim" dediğinde de gidebilmeli yanımdan, ben de gitmeliyim yanından, kırılır mı diye düşünmeden.

ve ben;

Benim çevremde dost kavramıma uyan pek kimse yok. Çok sevdiğim, değer verdiğim kişiler var ama . Birincil olarak kendim dışında kimseye kolay güvenememem, göremediğim özene göre paylaşım alanlarımı daraltmam ve ihmallerim. Onların samimiyetine inanmamam, iyi-kötü maskelerini çözmek zorundaymışım gibi hissetmem.


ve onlar;


Mutluluğunu paylaşırken gözlerinde herhangi bir endişe, kıskançlık duygularının geçtiğini görürken güvenemedim. İyi günlerimin içimi karartan dostlarıydılar. Kötü günde yanımda olan. Çoğu zaman onda bile olmayan.


ve ben;

Kendi korkularımı ona yansıtıp gerçekleri söylerken ben ne kadar dost göründüm gözlerine o apayrı bir mesele... Kendi endişelerimi onlara bulaştırırken dostuk dediğim kavram bu muydu? Güzel anlarını bozacak gerçeklikleri söylerken, olayları kendi istediğim gibi şekillendirmedim mi? Sonrada geriye dönüp "ben sana demiştim" cümlesini zevkle söylemedim mi? "evet, sen haklıymışsın" diye cevap verdiklerinde ise haklı olmanın acısını duyumsamadım mı? Keşke haklı olmasaydım deyip, onlara içim acımadı mı?... Ben ne kadar dosttum?

Dost dediğin; birazda kırık, yaralı parçalarını alıp onaracak, sardığında da sımsıkı saracak sözcükleriyle.... Parçalarını yerine koyduğunda tamamlandığı hissedeceksin onunla.

11,03,2009 ilk yayım tarihi...
"İhtiyacım olduğunda...
Yan tarafıma bakıp bulamayacağımı sandığımda...
Bakmaya korktuğum da...
Boşluğa düşünce sıkıntılar içinde eski kabukları kanırtarak açtığım ve elimdeki kanlarla ne yapacağımı bilemeden dolandığım da...
Kendi kanıma baktığımda ve acı verenlere bulaştırmak isteyip, sonra bundan vazgeçen yanlarıma...
İyiliğe adım atmak isterken, inatla çirkin gösterileri izlemek zorunda bırakıldığımda...
Tüm kötü yanlarımı, düşüncelerimi kabullenip, kendimi olduğum gibi sevebilme yolumda...

Tüm korktuğum acabalarım da, olur mu larımda, masallarım da...

Hep vardın aslında. Bilinmez bir şekilde hissedip geldin yanıma ve dokunup omzuma sığındırdın doya doya. Yine her zamanki gibi bugün de, iyi ki varsın hayatımda.
Mahçup bakışlar eşlinde Efsa..."

13.10.2009




Bugün bir dostun sözcüklerinde kaybolmak istedim. Ve ona yazdığım bu yorumu gördüm... Yorumdan önce gerek sayfasında, gerekse reader üzerinden tüm yazılarını okudum...

Hani bazen başını yaslamak istersin de, bunu ne şekilde / nasıl yapacağını bilemezsin ya... Çünkü alışkın değilsindir. Dertlerinle onu da üzmek istemezsin, kendi çöpleri ona bırakmak gibi gelir bazen... İçin avaz avaz benim derdim bu diye haykırır, ama anlatamaz ya dışın... Hani oluşmuş bir saygı vardır. O saygı enller bazen samimiyeti...


Ne kadar belli ediyorum bilemiyorum ama; Seviyorum seni Kırmızı Kadın...
bazen büyük bir özgüvene sahip olmak hos birşey olmuyor.
hayatım boyunca bu adam benim olmalı dediğim tek erkeksin. Bence övünmelisin. Seni sevdiğimden, tutkumdan asla pişman olmadım ben. Seni öpmek, sana dokunmak, kızmak, laf çarpmak, kıskanmak, sevısmeyi istemek, aranmak, asık olmak, böyle el mi tutulur diye sana saydırmak, kelimelerinde kaybolmak... Hepsine değersin. Yakında 1 yıl olacak seninle samimi olalı. Iyi kötü herşey için teşekkür ederim sevgili. Sana yine kıyamadım.
hadi içimde oluşunu es geciyorum da. Ee be adam beynimden ne istiyorsun. Uyumak istiyorum sadece :(

7 Aralık 2009 Pazartesi

Bizim hiç resmimiz olmadı sevgili...

Varlığını varlığımla mühürleyemedim bir kareye...

5 Aralık 2009 Cumartesi

Küçük hayallerimi yazdığım, küçük kağıtlar kesiyorum sana. Kendimce ufak bir oyuna girişiyorum. Oyunun adı hüzün ve sen. Her gün bir kağıdı yakıyorum.

4 Aralık 2009 Cuma

Güneş gibiydin sevgili... Yüzümü sana döndürürdüm.
İçim bile apse yaptı senin yüzünden.
Öptüğün her yerim acıyor.
dokunsalar...
kopacağım sanki!

Sırf sen içten gülümse diye yaptığım herşeyi boğazıma oturttun teker teker.
Elimde bir saksı kalakaldım.
Büyüsün istemediğimden o ağaç
kurutuyorum...

Seni çok sevmiştim ben Sevgili...

Özledim...

Eve bir koşu gidip su içmeyi...
Annemin tembihlerini...
Saflığımı, küsmeyi, barışmayı,
dizimin kanamasını, kabuklarımı yolmayı...
birbirimizi korkuttuğumuz hikayeleri...

İçini perdeler ile süslediğimiz o eski, terkedilmiş minübüsü...
seksek oynamayı, saklanmayı, sobelemeyi, ebelemeyi...
babamın eve elinde ekmek ve çekmeceli çikolata ile gelişlerini...

Festival çarşısından alınmış 1 metrelik kurşun kalemimi...
Çocukça sırlarımı...
İlk kazığımı...
oyuncak tavşanımı özledim...

Haşhaş tarlasındaki resmimi...
Babamın tahtadan yaptırdığı oyuncak koltuk takımını...
abimin beni battaniye ile sarıp, sonra salıvermesi, yuvarlanmamı...
annemin babama lakap takıp, öyle seslenmesini...
babamın sakinliğini...

Yakılan sobayı, o sıcacık anları...
patatesi, kestaneyi, mandalina kabuklarını...
denize gidelim hadi diyerek yalvarmalarımı...
salçalı tostu...

peçete koleksiyonumu...
karda yuvarlatılmayı...
saçlarımın okşanmasını...
ilk öpücüğümü...
Duvarlara oturup ayak sallamayı özledim...

 



İnsanın satırları ağlar mı?
Benimki kanla karışık yağmurlu da...
Derin kesikler çakıyor gibi sayfalarımda...
Bir pasta yapıyorum...
İçine biraz senin ... harfinden koyuyorum,
Birazda ... harfinden,
Dörtlüyorum,
Seni...
Kendimi...
Bütünlüğü sağlıyorum
Biraz senden, biraz benden.
İkimizi çırpıyorum
:)