27 Mayıs 2010 Perşembe

Ne kadar örtbas etsende,

kükremesinin ardına saklanmış bir kedi gibisin.




Bana bir yatak hazırla.
Yastıklarında, başka kadınların izleninin olmadığı...

Masallarımın yokmuş tarafında ki sevgili!
Ölmeye geliyorum çarşafına...
Ne içimden geçtin, ne hayatımdan...
Bu kadardı.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Sakallarının çıkış şeklini sevdim.
ve yüzümde hissedişlerimi.
Çenemde,
Dudaklarımda,
Burnumda.

Ellerimde,
yüzünün kokusunun kalmasını bile sevdim.

Bugün;
teninle alınan bir teyemmüm diliyorum kendime...
Şu aralar cevaplarından korkmadığım ama nedense sormak istemediğim sorularla dopdoluyum!


25 Mayıs 2010 Salı

gelme peşimden!
bir halay zamanı çekilen mendil bile olamam ben.
ellerinden kayar giderim.



Ben kasım kızıyım sevgili,
Baharların hep sonunu yaşarım.
En çok bu yüzden
 sana güneşi veremem mesela,
Sana maviyi, yeşili yeniden veremem.
Renklerim fludur benim,
Bakışlarım sepya

Senden vazgeçmek, kendimden vazgeçmek sevgili.
Kendimden geçemem...

 

24 Mayıs 2010 Pazartesi


"Üzülme..."
der Mevlana ve devam eder;
"Bir yandan korku bir yandan ümidin varsa iki kanatlı olursun,
Tek kanatla uçulmaz zaten.
Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil,
Kilimin tozunu almaktır.
Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır.
Niye kederlenirsin?
Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz.
Yüzük ol...mak dileyen taş, ezilmeyi, yontulmayı göze almalıdır.
Bir sırrı ne kadar içinde saklarsan o kadar derinleşir.
Aşka yanmalı, Can dediğin...
Ya canın olmalı; Ya da,canını almalı...
Yar diyemezsin ki herkese, İçindeki yaran olmalı...
Herkesin de bir yüreği vardır amma,
Yürek dediğin de, Bir Aşka yanmalı.."

Ne kadar güzel değil mi?

Mektuplar / Kelimeler Üzerindeki Toz Zerrecikleri

Merhaba Sevgili,

Uzun zaman oldu sana yazmayalı değil mi?
Evet, gerçekten çok olmuş. Hatta yeri gelmiş bende bile tozlanmış bazı anılar. Zamanında kirlenmesinler diye çabaladığın iletişimin eksildiğini oturup tarttığında ve bu sonuçtan fazlası ile yorulmuş bir şekilde çıkınca anlarsın ya...

Tek taraflı mücadeleler bile bir yere kadar veriliyormuş. İçinden çıkan, aklından da çıkarmış...
Elbette bunca zamandır olmayışıma mazeretler üretmiyorum.

Emin olduğum tek şey! "Seni yaşamaktan ziyade, yazmayı tercih eden bir benliğimin oluşu idi".

Ama ya sen? Birkaç hafta önce yapmaya çalıştığın neydi sahi? Kürkçü dükkanı gibi hissettirdiğinin farkında mıydın? Hani köprünün altından çok sular aktığını kanıtlarcasına bir geç kalmışlık hissi yaşamadığına eminim. Ama akmıştı sevgili.

Biliyor musun? Aslında senin yokluğun, varlığından daha güzel bundan emin olabilirsin. Ömründe bir kez olsun bu duyguyu yaşayabilmeni isterdim mesela. Sahi öyle bir şey olsa kendi yokluğuna ne yazardın? Gerçi kızardın bu duruma, benim olmalı tavırlarıyla. O kadar sabırlı bir insan değilsin çünkü. Ben de senin kadar geniş.

Ben zaaflıydım.
Sen kusurluydun sevgili.
Keşke senin kadar kusurlu olsabilse idi sevgim de...

Geçtiğimiz yıllarda ihtimallerin arasında dolanırken ve umudun hala benimle olduğu anların hepsinde; sana kızıp - bağırmak, elimden gelen ne varsa ardıma koymak istemediğim geçmişimde; bana yazdığın tüm o güzel cümlelerin üzerinde oluşmuş tozlarını, balkondan aşağıya silkeleyip sokaktan geçenleri bile kirletmek istedim. Görmeliydi herkes, bu kayıtsızlığını. Söylediğin tüm sözcüklerinin artık umurunda olmadığını bilmek, kendimi en kötüsüne hazırlamama yol açıyordu. Ve ben buna katlanamıyordum.

Yokluğunda hayatımı anlamlaracak şeyler bulmayı denerken; şimdi, ucundan tutarak kaldırdığım ve altına itelenecek tek bir harf kalmadı bile içimde.
Ben seninle birlikte sayılan 7. basamaktan ibarettim sadece... Bırak rakamları alfabe de bile...!

22 Mayıs 2010 Cumartesi

ne garip,
Aşkımın bir noktası yok.
Benim kaderim sende virgüllerle yazılmış!

Yine de hiçbir kelime yetmez seninle olan hikayemi mutlu sonla bitirmeye.


21 Mayıs 2010 Cuma

Masumiyetimi seninle boyuyorum.
Kimse dilemesin diye tüm dilek zamanlarında seni diliyorum. 
Perşembe akşamlarım sana ayrılık.
Surelerin sonunda seni üflüyorum.
Avcumda tutarmış gibi, hayallerime yüz sürüyorum.
Ah şu içimdeki su,
Keşke arındırabilse yüreğini.
Keşke kaldırabilse dibe gömülmüş hayallerimi





"Bir otel odasında ki kullanılmayan çekmece gibi. Sadece ihtiyaç oldukça kulpuna dokunulan..."

Fazla mı ezik geldi?
Değil. 
Yanlış iliklenmiş bir düğmeden daha geç kalınmış olmadığı için ezik değil!


20 Mayıs 2010 Perşembe


Susuyorsun... 
Susuyorum... 
En iyi bildiğim şeyi yapıyoruz aslında ikimizde...

Biliyorsun...
Biliyorum...
Bilerek susmak bazen bildiğin şeyleri söylemekten daha acı verir insana..!
 
 
* ilk yayım tarihi 2008

Mektuplar / Hatırlananlar


Bana bir o kadar yakın ve bir o kadar da uzaktın ki, bunu anlamakta zorlanıyordum. Soluduğum havayı ellerimle dövmeye benziyordu bu. Oysa ben iz bırakmak istiyordum tüm kadınlığımla. Tutkuyu kullanarak yazan parmaklarımı kırıp, ikiye bölen olarak değil!


Ne çok isterdim kendine ördüğün duvarların tuğladan olmasını. Dokunduğumda yıkılmasını. Oysa senin duvarların tahtadandı sevgili. Depremlerimden sapasağlam çıkışına sinirleniyordum. Esnek, kırılmaz, çatlamaz… Hani demiştim ya kendimi suya benzetiyorum diye. İşte benim sende çok fazla yaş tahtaya basışımın nedeni. Ne üfleyince, ne dokununca, ne de bastırınca yıkıldın. Bir tek ayağımı çektiğim an benden uzaklaştın.

İstediğim ki şevkini kabartayım, öfkeni değil!!

Aklımda o kadar çok düşünce, o kadar çok sahne var ki. Hepsi saçma bir sıralamaya bürünmüş haldeler. Üstelik eskisi kadar önemsemediğim ve gerçekte olmanı istediğim hayale en yakın örnek sen bile farklı geliyorsun gözüme. Bir noktada sana hissettiğim (tam olarak sevgi diyemediğim) duyguyu hatırlamayı seviyorum. Yaşlı insanların eskileri anımsayıp yüzlerinde hoş bir gülümseme yaratması gibi bir şey, bu hissettiklerim. Geçmişe dönmeyi seviyorum. Şu anda ki hislerimle karşılaştırmayı. Meğer güzel anımsanacak ne çok duygum varmış...

Hani demiştin ya bir gün "sen ne kadar sevildiğini anlamayacak kadar salaksın" diye. O an idrak edememiş, telefonun diğer ucunda kitlenmiştim. Birşeyler çıkamamıştı ağzımdan. Keşke gerçekten sana inanabilseydim. Keşke sende birazcık daha üsteleyebilseydin. Hani insanların pişmanlıkla söylediği keşkelerden biri değil bu. Sadece bir parça merak fazlalığı. Yoksa değişen bir şey olamayacağını, uzun ayrılıkları bu ilişkinin kaldıramayacağını bir şekilde biliyordum.

Şimdi düşünüyorum da birbirimizi sevme biçimlerimiz ne kadar da farklıymış.

Biliyorsun, seni hiçbir şey suçlamıyorum, "bir neden" de aramıyorum artık olmayışlarına. Bazı şeylerin açıklaması yok. Mazereti yok. Öğreniyorsun zamanla. Sadece olmuyor bazen. Bazen bazı şeyleri oturtamıyorsun. Hayatımdaki tüm “O” ları sıfırlıyorum şimdi. Başta üzerimdeki mülkiyetini kaldıracağım. İçimdeki seni seven tüm kimliklerimle birlik olup, meşrutiyeti ilan edeceğim yeniden.

Seninle bende böyleydik işte.
Ne aynı adımları atabildik. Ne de öne çıkışlarla birbirimize yakınlaşabildik.
Hoş kal sevgili,
Şimdi bir devrim zamanı, geleceğe bir tarih atıyorum.



Büyük konuşmamak adına,
çoğu cümleye küçük harflerle başlıyorum.
Ortalıyorum tüm kelimelerimi.
Zaten ne yöne çeksem, iki ucu...

Noktalıyorum son hecenin ardını.
Asaf ne de güzel söylemiş diyorum.
Altına imzamı atarımda her bir sözcüğün, bir kaşe bulamadım beni tamamlayacak.
O olmadan hükümsüzüm, ilanlarda bile yerim olmayacak.
Sende yasal mevzuatlara takılmış bir dilekçe gibiyim.
Kıyında köşende yedekliyim.

Ne garip!
Her cümlemi sonlandırıyorumda; yeni gündeki paragrafa, yine seninle başlıyorum.

İnsanın vücuduna bir kez girince çıkmayan virüslerden birisin sende.
Ağzımdaki apse gibisin.
İlaçların faydasızlığı yüzüme tokat gibi yapışıyor.

Hafif marazlıyım bilirsin, ilaç içsem burnum kanıyor.
Her seferinde sana kanışıma ek...

Masal / O Adam


Adam…
Beklenmeyen misafirlerin özlemiyle dopdolu günlerden birinde; kapılarını zorlamıştı. Açmayacaktı, delikten baktığı insanı tanımıyordu. Tamamen yabancıydı... Adam ismini seslendi, benim dedi, İşte o an tanıdık bir şey hissetti masaldaki kız kalbinde. Her gün kağıt üzerinde gördüğü bir ismi mırıldandı dudaklarında sessizce. Masaldaki adam yüzünü de göstermişti yine o gün.

Hafifçe araladığı kız kapıyı...
Şaşkındı, ürkekçe uzattı ellerini. Bu arada kızın savunma içgüdüsünü kullandığı söylemleriyle yılmadı adam, sürekli konuştu... Susmadı adam, kadının suskunluklarına inat... Kapıları açtı sonunda kız korkusunu yenerek. Konuğunu ağırlayacak kadar güçlü hissediyordu kendini artık. Girmeyi başardı adam, ellerini uzattı adam, tuttu kız...

- "hoş geldin" dedi kibarca. Gerçekten de ne hoş geldiğini düşünüyordu o an. Karşısındaki adam gülümsüyordu, sürekli gülüyordu, kız mutlu olduğunu düşündü; bu konuşkan, heyecanlı, sürekli gülen adam içini kıpırdatmıştı. Adamında kendi içinde mutlu olduğuna sevindi.

En güzel şekilde ağırlamak istemişti bu konuğunu, ama bilsin de istiyordu onun günlük yaşantısını. Ortalığı toplamaya lüzum görmedi; bıraktı biraz dağınık kalsın. Adam o halleriyle sevsin istedi kendisini. Ama adam daha büyük hayallerle girmişti o eve; beklediği gibi olmamıştı, daha farklı bir yaşamdı kızda ki, gördüklerini bilmek istemedi. Aslında sevdiği çok şey de bulmuştu onda, sevmediklerinden de fazla. Ama az da olsa sevmediklerinin ağırlığı, sevdiklerine üstünlük tasladılar. Bunlarla başa çıkamayacağını düşündü belki de. İlk kez bir erkeğin telefonda çaresizce ağlamalarını dinlemişti.

Düşünmeyi seçti adam... Düşündükçe kızdı... Kızgınlıkları ile baş başa kalmak istedi, kızgınlıklarını kıza kusmak istedi... Kız kırıldı, incindi ama vazgeçmemişti. Yapabileceği her şeyi yaptı, hatta ilk defa bir şeyin mücadelesini verdiğini hissetti. Kız sadece iyi ağırlamak istemişti, olmadı. Gitmeyi seçti adam günün birinde, engel olmak isteyen kıza inat. Kız çok denedi, gitmesin istedi, ama kaybetti. Çünkü her defasında ret edilmişti.

Adamın mesajını gördü, özenle seçmişti kelimeleri adam. Ona melek gibiydin demişti, suçlama demişti, özür dilemişti, başladığı gibi güzel bitmeliydi adam için, gitmeyi seçmişti...
Adam için doğru olan bitmesiydi, kız için yanlış... Bitmişti...

Dün adamın başka birini merak ettiğini gördü kız, onu araştırmıştı. Bu bile yeterdi kıza vazgeçmesi için. Adam hiç bilemeyecekti ne çok sevildiğini, bir daha söylemeyecekti kız. Bir daha onunla ilgili dizeler dolaşmayacaktı şu sayfa da. Vazgeçmeyecekti elbet, ama savaşmayacaktı artık. Çünkü anladı ki ne kadar giderse o kadar kaybediyordu kendini... Adamı...

Neden kapısını çaldığını merak etti adamın, keşke daha güçlü olsaydı dedi. Kendisi gibi beklentisiz yaklaşabilseydi. Aynı havayı solumayacakları, aynı evin kapısından giremeyecekleri, aynı toprağı elleyemeyecekleri, öpüşmeyecekleri düşüncesini oluşturmuştu artık adam onda.
Vazgeçmişti başında adam... Sağırdı adam, dilsizdi, kördü, umursamazdı, kabullenemezdi içindekilerle yaşamayı... Üzgündü kız, kızgındı aslında, şu an iyi değildi, ama olacaktı, çünkü artık güçlüydü. İnsanlara güvenini yeniden kazanmıştı, sevgiyi kazanmıştı, Karşısında ki vermediyse o onun düşüncesizliği idi, onun kaybedeceği bişiy yoktu, elinden gelenin en iyisini yapmıştı, belki son bir şey daha kalmıştı, onu da yapınca vicdanı rahat olacaktı.

Kapattı kapıyı giderken adam. Kız arkasından açık bırakmıştı oysaki... Aralıktı kapı, isterse dönsün diye. Döner gibi oldu adam, ama eşikten girecek cesareti bulamadı yeniden, sil baştan yaşadılar ayrılığı.

Kapanan kapıları açmaya cesaretin yoktu adamın, anlamıştı kız, en sevdiği mısralardan bir kaçını tekrarladı... Ama adam duymadı...


- "Biliyorum ne sen dönebilirsin artık... Ne de ben kapıyı açabilirim sana."

- "Beni hayatından dışladığın için öfke nöbetlerine kapılıp, bana bile yabancı gelen,
hiç tanımadığım bir sesle sana bağırmak. Haykırmak. Ağlamak.
Sonra pişmanlıkla affedip tutkuyla sana tekrar sarılmak oldu...

Yabani bir ot gibi ruhumu sarıp sarmalayan öfke ve kıskançlık duygularıyla
benliğimden uzaklaşmayı kendime yakıştırmamak, sıkışıp kaldığım bu karanlık dehlizde, kendi kalbimde, yalnızlığımda, sensizliğimde, kendi aşkımla delirmek oldu, artık seni sevmek...

Şimdi, bu acıya bir son vermesi, kendisini terk etmesi, sonsuzluğa bırakıp gitmesi için
birbirine yalvaran iki yüreğiz artik... "Ayazda İki Yürek" gibiyiz...
Sen benim şizofren aşkımsın... Bense senin kanayan vicdanınım...
Affet beni sevgilim... Verdiğim sözleri tutamadım...

Mademki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgilim...
Madem yokluğumla daha mutlusun,
O halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun..." **

** Cezmi ersöz - şizofren aşka mektup

19 Mayıs 2010 Çarşamba


ve ben her gece iki kişilik yatağımda hep seni düşlüyorum.

Özledim desem neye yarar....

Bu şehri gezdirmek isterdim sana.
Kaleiçinin dar sokaklarında öpüşmek mesela...
Falezlere çıkıp haykırmak insanlığa.
"ben bu adamı sevmek için dünyaya geldim ve hayat onu bana bağışladı"
Tut yine elimden...
seninle o yükseklikten korkmuyorum.
İstediğim çok şey var aslında.


18 Mayıs 2010 Salı

hayatımdaki tüm "O" ları sıfırlamak istiyorum şimdi.