15 Haziran 2010 Salı

"kokunu almayı unutma giderken,

sinmesin yokluğuna..."
 


Seninle uyuduğum yatağın tek yada çift kişilik olmasının önemsizliği gibi...

Belki de aşk, bu yüzden seninle bu kadar güzel. 



Aşk sevgilim,
 dünyayı turlarken,bizden başlamalı kendini yakmaya.
Tüm ezberlerimiz bozulmalı.
Tüm hallerini yaşamalıyız.
Ama en çok geniş zamanlarca yaşanmalı aşk.
Yanıltmadan,
Yadsımadan,
Seni bana yansıtarak.

Sevgilim,
Sana tüm kırılgan, çekingen ama aşkla dokunan gözlerimle bakıyorum ve "gitme" diyorum.
Bensiz lütfen hiçbir yere gitme!
Bu aşk ikimize de çok yakıştı...
Gitme...
 Ve,
Alışkanlık, hevessizlik başkalarından bize bulaşmadan.
Bizi de içine çekip kodlamadan gel! 

14 Haziran 2010 Pazartesi



Bazı şeyler hiç değişmiyor
Yine ve yine
"Tırnaklarımın arasında kendi etim kalıyor"



Sen gidiyordun…
Ve ben her seferinde “Gel” diyordum…
Gel!

Hayatı birlikte yaşayalım, öğrenelim, tadalım dediklerimde; sen an-lara kaptırıp kendini, bencilliğin ile yaşıyordun.
Ve ben bütün bu benmerkezciliğine, yeri gelip umursamazlığına rağmen yanında kalıyordum…

Sen gidiyordun…
Ama işte;
Umut gitmiyordu.

Anlatılmıyordu yoksunluğun… Vuslatım olacakken, hasretin bekçisi oluyordun… En umarsız yaralarımın sebebi oluyordun…

Sen gidiyordun…
Ben kanıyordum…

Arada bir cani gibi durup izliyordun beni. Güzelliğime, tatminkarlığını ve doymuşluğunu katıyordun…
İçimde bir çığ büyüyordu…

Sen gidiyordun…
Anlatamıyordum…

“Oysa aşk bu değil miydi? Bile bile yaşama riski” diyordum… Sonunu boş vererek yaşamak isterken seninle; hep bir mesafenin ardından ulaşıyordun bana. Ama yanaşmıyordun kıyılarıma. Kendimi med-cezirlerinde hissettiriyordun.

Sen gidiyordun…
Bir aşkı başlaması ile anlamlaştırmak isterken, biz bitmesi ile yapıyorduk bunu…

Sen gidiyordun…
Ve benim için;
Bir tragedya başlıyordu…

11 Haziran 2010 Cuma

Senden sonra ben;
Saçlarımı kırmızılaştırdım.
Boylarını kısalttım.
Kendimi yenilersem seni daha kolay unuturum sandım.

Zaman içinde bolca kendimi kandırdım.
Yeni hikayeler yazdım.
İçlerinde sen kokan kelimeler kullandım.

Şarkılar dinledim.
Kitaplar okudum, altlarını çizdiğim.
Seninle izlediğimiz o filmi yeniden izledim, başka kafalarla.

Güçlü durmayı denedim.
Senden nefret ettim.
Yeniden seninle sevişmek istedim.
Uzun bir dönem kimsenin bana dokunmasını istemedim.
Kendimi senden habersiz, sana ait hissetmeyi sevdim.

Seni kıskandırmaya çalıştım.
Hırslandım.
Hediye aldığım o bonsai ağacını hiç sulamadım.
Sana olan hıncımı bir ağaçtan çıkardım.
Yeni yüzlerini tanıdım.
Sen bu musun dediğim anları yaşadım.
Karşımda olsan zalimle haykıracağım sözler tasarladım.

Başkasına aşık oldum.
Bocaladım.
Sevgiyi sorguladım.
Günlerce adın aklıma gelmedi.
Senden sonra hiç ağlamadım.

Hayatımda tamamlanması gereken bir eksiklikten ziyade, eksikliklerini hissettireceklerini fark edip senden vazgeçtim...

10 Haziran 2010 Perşembe

Mektuplar / Olmayan Biz' e Dair

Merhaba Sevgili,

Konuşmalarımıza istinaden çok şey yazdım senin için... Çoğu kez o anların sıcaklığını da hissettim. Değişen ne bilmiyorum, ama artık özlemiyorum!

İnsan sadece boşluğa düşünce, özlemeyi hatrına getiriyor. İstanbul gezimde arkadaşlarımdan birisi,yazdıklarını okurken aralarından şöyle bir cümle aklımda kaldı: "Senin üstünü çizdim zannederken, altını çizmişim" Çok hoşuma gitti. Ve yine Y.‘ nin yazdığı diğer bir söz… Bu sefer içim gitti. "canını acıtan varlığı mı, yokluğu mu kestiremeyeceksin"

“Sahi neydi canımı en çok acıtan? Varlığınla yakan, yokluğunla susatan..”.

En çok neyini sevdim diye zaman zaman çok soru sordum kendime. Hatırlıyor musun senin iyi yanlarını görmek isteyen bana inat; konuşmaların birinde “belki de okudukların ya da gördüklerinden daha da kötüyümdür” demiştin. Gerçekten bu kadar tahmin gücümü aştıran şekilde kötü müydün bilmiyordum. Ama engellenemez biçimde burada ki dürüstlüğüne aşık olmuştum. Sadece ne olduğundan, ne olmadığından emin birisin ve bu hayatı sevmediğini onlarca kez söyledikten sonra, gerektiğinde bundan sıyrılabilirsin sandım..

Hayatımda bir kez olsun, bir insanı değiştirmek istemeden, olduğu gibi kabullenmek istedim. Seni istedim. Bunların hepsini göz ardı etmek, gerçekten dürüstlüğüne inanmak istedim. Benzer yapıdaki düşüncelerimizin bizi bir yere götürebileceğini sandım. Bizi ne olduğumuzu bilmediğimiz bir “şey” den alıp, gerçekliliğe taşır sandım… Yanılmadım… Sadece sandım…

Bazı erkeklerin hayatlarındaki ezber bozduran kadınlardan bahsettik yine arkadaşlarımla. Hani alışılmışın dışında kalan kadınlardan… Beklentisiz, kendine bir yol çizip o yolda zaten yürüyen, fakat bunu karşıdaki ile yapmak isteyen kadınlardan… Ondan, benden…

Söylesene neydi sende ki o doymayan yan?"
Ben sadece seni kısıtlamadan hayatını yaşamanı istedim. Sadece benimle olmaktan, konuşmaktan, paylaşmaktan mutlu ol istedim… Yaşamında bir engel gibi var olan ve bu yüzden mutsuz eden kadın olmak istemedim…
Buna rağmen yetmeyen neydi? Neydik ki biz? Ve ne olmak istemiştik?”

Hatırlıyor musun bir gün hışımla “Biz neyiz bilmiyorum. Sevgili miyiz, arkadaş mıyız, dost muyuz, neyiz bilmiyorum ama seni seviyorum” demiştin. Neden sevmediğin halde buna inandırma gereği hissettin. Yanımda yoktun… Tek hatırladığım “Ben yorulup uzaklaşmak istediğimde beni yolumdan döndüren bir sen… Beklenmedik bir anda yanıma baktığımda yokluğunu anlayıp, kendini sorgulamalara iten bir ben...”

Bir çocuğun doğumundan da aşkın bir süre geçti aramızda. Aramızdan kırgınlıklar, kızgınlıklar, tutkular, kıskançlıklar, umursamalar, umursamazlıklar, başka insanlar geçti. Şu an anlıyorum ki; en çok bende ki Araf' ını sevmişim. Senden hem nefret etmeyi, hem de sevmeyi sevmişim. Hem gülüp hem de bir kaç damlamda kalışını bir defa... Akmayışını...

"Ne garip! Sen benim gözümden hiç akmadın. Akmanı dilerdim. Senin için ağlayan kadın olmayı isterdim. Benim için o adam olmanı dilerdim"

Beni benden uzaklaştıran, verilen ama bir noktadan sonra yorduran ödünler… Beklentisizliğin arasından istemsizce fışkıran beklentiler… Sevmekle yorulan yanlarım… Ben vazgeçtikçe paçama yapışan ve bırakmayacağım diyen yanların… Sevdiklerimin yanında, sevmediğim davranışların… Adım adım takip etmeler… Takiplerin…

Aslına bir noktadan bakarsan, bende aynen sen gibiydim. Seni olanca varlığımla sevemedim. Hep kendimi engelledim daha fazlası için. Beklentilerimin, hırslarımın içinde sıkışıp kaldım. Benim için bir kez olsun bir şeyler yapmanı diledim. İçimdeki savunma güdüsü ile emin olmak istedim. Senden... Sevginden... Bir kez olsun gelmeni istedim. Gel dedim, gelmem dedim, gittim. Gelmedin. "Oysa sen; tüm bunları geçip hep aradın. Varlığınla yokluk yaşattın. Neden yaptın?"

Bugün kendimle ve en önemlisi seninle, sen olmadan bir yüzleşme yapmak istedim. Seni sevmiyorum, özlemiyorum da. Ama alışkanlık sanırım bir tür benimkisi. Bir de biten bir şeyle sonsuza dek yüzleşik kalma ihtiyacı. Geriye dönüp düşündüğümde benim vicdanım rahat, dilerim bir gün sende kendinle barışırsın. Aslında o kadar çok şey varmış ki yazılacak olan, herhalde bununla sınırlı kalmayacak... Sen gerçekten kötüsün!

Fark etmeden çok doğru bir söz etmişsin;

“sana gelmek değil ki olay, sana kalmak aslolan”

Yazık ki, sen kalamadın be canım…
Merhaba Sevgili,

Artık seni sadece sevgili olarak andığımın farkındasın değil mi? Sonuna "m" harfini eklediğim tüm sözcükleri yuttum geçenlerde. Yalnız boğazımdan geçerken zorlandı. Yani soluk borumu tıkadı biraz, nefesimi sarstı. Ama yuttum! Mideme oturmasına müsaade etmeden çıkarttım içimden... "Ayakta su içme" derdi annem. "Böbreklerine gitmez sonra, süzmez içindekileri" Bende midemde oyalanmadan git istedim. Bulandırma beni daha fazla diye...

Önceden önümde alışkanlığın verdiği bir süreç vardı atlatacağım... Ve ben özledim işte. Bazen yanımda ol istedim. Tenine dokunayım. Ellerimde kokun kalsın istedim... Ve bazende defalarca kendimle çelişip intihar ettim ben sende. Defalarca dirildim. Beni okumayı sevdin ya kendini gördükçe! İşte tam bu yüzden kestim bileklerini kelimelerimin. Kırmızı (ben) akarken, siyahlaştılar (senleştiler) iyice...
 
Bugün güzel bir veda istedim senin için. Güzel hatırlayalım birbirimizi, yazdığımız gibi. Vedayı, bana yazdığın bir cümle ile bitiriyorum. Yolun açık olsun Sevgili...

"Aklıma geldikçe sen, ben kendimi gizleyecek bir yerler arıyorum. Gizlediğim yerlerde sen varsın çünkü... Buldukça miraca çıkıyorum. Ört üstümü."

9 Haziran 2010 Çarşamba


Ne yapılırsa yapılsın.
Su testisi su yolunda kırılıyor!

Sevgili Hatsumomo' nun Orman testi yazısını okuyunca gülümsedim ve kendisine bir yorum yazmaya giriştim. Ama baktım uzun sürüyor post halinde belirtmek istedim yorumumu. Ve testin benim bildiğim şekli. :)

Ben bir kapı açıyorum ve ormana giriyorsun..
Yalnız mısın? Yanında birisi var mı?
Ormanda ki ağaçları tarif edebilir misin? (uzun mu kısa mı)
Bu ormanda senden başka canlı  / hayvan var mı? (hangi tarz hayvanların olduğu gibi)
Hava nasıl? Bulutların biçimlerini tarif edeilir misin?

Şimdi yürüyorsun ve karşına bir kutu kola çöpü çıkıyor. Ne yaparsın? O çöpü orada bırakır mısın? Üzerinden atlayıp geçer misin, yoksa yol boyu bir çöp bulma umudu ile yanında mı götürürsün?

Ve devam ediyorsun. Karşında ufak bir dere ve seni taşıyabilecek genişlikte ve ağırlıkta bir odun. Ne yaparsın? Ayakkabıları çıkarıp, sudan cıp cıp geçermisin? Yoksa kütüğün üzerinden güvenle mi geçmeyi tercih edersin. (Kütüğü seçerse kişi; peki ayaklarına su sıçradı mı diye soruyoruz.)

Yürümeye devam ediyorsun. Yürürken sağ yanında bir duvar olduğunu fark ediyorsun. Duvarın arkasında ne var diye bakar mısın, yoksa o duvarın yanından ürüyüp geçer misin? (eğer bakıyorsa kişi, ne var diye soruyoruz)

Karşımızda bir ev çıkıyor. Evi tarif edebilir misin?

Evin içine giriyorsun. Tam bir odasına girdiğin anda karşına saldırgan bir köpek çıkıyor. Elinde de kendini koruyabileceğin büyüklükte bir bıçak var. Onunla mücadele eder misin, yoksa açık olan kapıdan kaçıp başka bir odaya gider misin?

Evin mutfağındasın, köpek diğer tarafta kilitli kaldı. Yemek masası kaç kişilik? 

Ve son olarak evde bir tablo var. Tabloyu anlatır mısın?



* Kendi hatırladığımca açıklamaya çalıştım. :) Testi çözmek isteyenlere kolay gelsin diyor ve kaçıyorum :))

8 Haziran 2010 Salı


Ben cennetin kapısını aralıyordum
Sen giriyordun...
İçime bir sen kaçıyordu.
Yüzümdeki çillerim gibi çoğalıyordun an be an.

Tokamdan tutup, saçlarımı salıyordun sol omzuma doğru.
Burnunu ensemde hissettiğim an hayat duruyordu.
Her yerim sen oluyordun...




4 Haziran 2010 Cuma


Öyle bir an olmalı ki, yaşayacaklarımızı önceden hissetmen için karın boşluğuna ürpermeler göndermeliyim.
Kutsal sayılmalı tüm zeytin dalları vücutlarımızda.
Tüylerini ürperten esintin, ben olmalıyım!
Ve sen sevgilim,
Ağzımdaki tüm boşluklarda kaybolmalısın!


Sana vaad edittiğim bir toprağı sunuyorum.
İstediğin gibi gir diye, cennetin kapısını aralıyorum.
İçimde bir çağlayan, sesine eşlik ediyor düşlerimde.
Gel,
Bir yetmez.
Binlerce kez kutsanalım sevgilim.

2 Haziran 2010 Çarşamba

İstiyorum ki;
Ellerin tenime dokunurken yabancılaşmasın.
Ellerin sevgilim, kasıklarımda yamalansın.



Ben sana pabucumu tek giyipde gelmiştim.
Atmana bir şekilde engel olabilirim belki diye.

1 Haziran 2010 Salı



Bugün; bir şey söylemeye takatim yok sanki... Tam herşey yoluna giriyor, sınav stresi kalmadı, her şey yolunda gidiyor çok şükür dediğim bir noktada sıra ile moral bozucu şeyleri yaşıyorum.

Tek söyleyebileceğim. Hayatımda olduğu için mutlu olduğum birinin bu kadar kolay vazgeçebiliyor oluşu, canımı yakıyor bazen. İçimdekileri tam anlamıyla anlatmaya çabalarken, doğru sözcük bulamamaktan yakınıyorum. Evet bocalayıp, ciddi gaflar yapıyorum ama samimiyetime inandığını da biliyorum. Sadece uzaklığın bir getisi olarak, sözcüklerin yetmediği anlarda keşke diyorum duygularımı ifade edebilmek için mimiklerimi, ellerimi kullanabilsem. Ama bunlar olmadan bir sevgiyi sözcüklere sığdıramamanın ezikliğini yaşıyorum ben bile! Kuyunun dibindeki kurbağa değilim, gözkyüzünün sadece kuyunun ağzı kadar geniş sanan. Sadece seviyorum ve nedeni, azı, çoğu yok. Geçenlerde onun da eklediği ve benimde bayıldığım o sözcükler gibi...
"Bir nedeni yok, yalnızca öptüm" 



30 Mayıs 2010 Pazar


tenin bayramlık gibi,
Bir çocuk sevinci yaratıyor bende.

28 Mayıs 2010 Cuma


Ben seni hep kardeşim gibi sevdim.
O şen şakrak gülüşünü,
Keçi gibi apollon tapınağında benim cesaret edemediğim yerlere tırmanışını,
Kafalarımız birmilyon halaylar çekişimizi, göbek atışlarımızı.
Yanında çekinmeden serdiğim sofrabezini,
Sabah kalkında gördüğüm yüzünü sevdim.

İçtenliğini,
pırıl pırıl bakışını,
Bana fal bakışındaki harfleri bile sevdim.
Senden sonra kimse falıma bakmadı benim bilesin.

Ateş böceğim, sen benim sadece dünüme, bugüne sığdıramayacağım kadar özel,
İlk kez evime çekinmeden kabul ettiğim birisin.
Senin için elimden gelenin en iyisini yapacağımı bilirsin.
Lütfen inan, herşey güzel olacak.
(yanıma geldiğinde-geldiğimde) o iç seslerinin üzerinde tepineceğim.

Geleceğimde bile var ol olur mu?


Gamzelerime bile sığdıramadığım, çoğunun hafızasında ufak bir tebessüm bıraktığım aşklar yaşadım.
Biri yanağımı sevdi, bir diğeri saçlarımı.

Evlendiğim adam ellerimi, avuçiçlerimi öperdi.
Kokumu severdi...
"Dünyada senden daha güzel kokan kimse olamaz" derdi.
Sonra tuttu başkasını sevdi.
Bezelyenin isteği dışında görüşmediğim, 3 yılda 5-6 kez gördüğüm bir adama dönüştü...

İlk kez birine yaklaşıp "biz birlikte olmalıyız" dediğim adam.  
Sokak ortasında dans ettiğim adam.
O da seneler sonra hayıflanarak gelip beni buldu parmağında ki yüzüğe aldırmadan.
Hayırları anlamadığı zamanlarda her fırsatta yineleyip durduğu bir sürü aşk sözcükleri ile...

Sonra başkası, bir başkası...

Bir taburedeki dik oturuşumu bile seven adam tanıdım.
Biri şaşkınlıklarımı sevdi, diğeri vucudumun bir noktasını.
Biri huyumu övdü, bir başkası insanlığımı.
Biri parmaklarımı tuttu, bir diğeri tutamadan.
Biri arkadaşım kaldı daha başladan.

Abim diye sevdiğim bir adam daha vardı.
Kızkardeşi ile sırlarımı paylaşırdım, 1,5 sene birlikte olduğum insanın en yakın arkadaşıydı.
En son hatırladığım; ailesinin yanında bağıra bağıra beni sevdiğini ve evlenmek istediğini haykırdığıydı.
Şu an ailesi ile görüşüp ne kendisi ile ne de kızkardeşi ile görüşmediğim...

Bir başka adam vardı. duruşumu seven.
"O kadar asil, güçlü ve gururlu duruyorsun ki, yanındaki adamın sana birkaç beden eksik geldiği izlenimini yaratıyorsun" demişti.
Ama yine evli olduğunu araştırınca öğrenmiştim. Sadistin tekiydi, bir daha hiç görmedim.
Ve hayatıma girip etki eden bir adam daha kaldı evli çıkan.
Ve evli olduğunu bilmeden aşık olduğum, ayrıldım diyerek beni kandırmış adam.
Bir daha bana bulaşırsa, karısını arayacağıma yemin ettiğim bir adam.

Evlilik atılan bir imzadan, verilen bir sözden, takılan bir yüzükten daha değerliydi.
ve Nazım yine çok doğru ama eksik kalan bir söz söylemişti:
"en fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı"
Ayrılmak isteyen tarafın ölmesi mi daha güzeldi, güzel hatırlamak için.
 Nazım Vera' yı bulduğunda ne hissetmişti? Ne hissettirmişti Piraye' ye farkında mıydı?
Ah erkekler "ne olacağını sanarak evleniyorsunuz ki?" diye mi sormalı, ne demeli bilmiyorum.
Tek bildiğim bir ilişkiyi bile bitirmeden başlamak isteyen adamlar tanıdım.
Hepsinde aynı derecede iğrendiğim, samimiyetsiz gülücükler serptiğim.


27 Mayıs 2010 Perşembe


Burnundan dudaklarına inen ter olmak istedim.
Birazda;
bir kızılderilinin siyah örgülerine saklanmak.
Şamanların ellerinde,
Brahmanların eteğine saklanmak...

Tagore kalsın mezarından şimdi!
avaz avaz bağırıyorum işte.
uyansın!
"lamba söndü"
düşümde, düşlerim düzüldü.
Düştüm,
Güveler yedi beynimi.

İçime bir liberal kaçtı.
Savunduklarını haykırıyor.
Gözleri sert esen rüzgarlardan yaşarmıyor.
Siyaha öyle bandırılmış ki; beyazlar kör edemiyor.

Çöz saçlarımın ucundaki kurdeleyi.
İçimdeki ağaç, yüzük parmağını uzatmış bekliyor,
Senin bağlayıp dilek dilemeni...