23 Eylül 2010 Perşembe


Ah adam,
Nasıl anlatabilirim ki!
Senin o adam olmandan, öyle çok korkuyorum ki ben.

Kafamı gayri ihtiyari çevirdiğim ve elimi yüzüme yaklaştırdığım her an kokun yeniden burnuma doluyor..
Afallıyorum..
Etik olanla, sözlerin ve o anki hissettiklerim çarpışıyor sanki.

Sonra, gözyaşların düşüyor sanki yeniden saçlarıma..
Ve sonra, karşımda dikiliyor ya imkansızlığın.

Aramızdaki o görünmez perdeler sana dokunmamı engelliyor..
Üzgünüm!

Umuda açılan bir kapı olacakken, açamayacağım bir kapı olduğun için.
Bir toğrağa verim olabilecek suyken, damlayamayacağım için.

Yükselen değerler

Bitirilmiş bir gövdenin akşamüstü müziği!
yüzümü sokuyorum suya, bitkilere ve şevke
memnun oldum diye sesleniyor çürük bir mürdüm eriği!

Gücümle birleşiyoruz kaşlarımız alınmış:
gerçekleştirilmesi imkansız bir savaş taktiği
gibi duruyor sol elleri sol ellerimde!

şu ağaçta sallanan ölüyü görüyor musun diyor o anki körün biri

Küçük İskender

 

21 Eylül 2010 Salı


Avuçlarımda tutmak gibi kırgınlık ve kızgınlıklarımı,
Avcumun içine biraz su almam gibi...
Ne zaman yüzüne çarpmayı denesem, sen yerine yere dökülüyor!


O kadar çok yamalamıştık ki birbirimizi...
Artık tiftik atmaya başlamıştık ucumuzdan bucağımızdan.
Her seferinde birbirimize bağlanışlarımız azaldı.

Belki de;
"İşte bu yüzden"

Bilindikti gidişin, haberliydim.
Ama yine de;
Bumerang gibi her seferinde attıkça yeniden vurdu yüzüme acın.
Bağıramadıkça, yazdım.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Ne garip; bir zamanlar sevdiğimi kabullenemezken, şimdi unuttuğumu kabullenmek istemiyorum.
O kadar alıştım ki gelgitlerine...

Oysa bir kere bile ağlayamamıştım göğsünde...


Sen soyunuyorsun, sana özenle giydirdiğim kelimeleri.
Ben düşünüyorum.

Belki de;
"İşte bu yüzden"

Gelecek olana; yani sana...!

Birgün olmaz dediklerimi olduracak olmana inanmam, aptallık derecesinde bir iyimserlik mi dersin?


Yokluğunda her şeyi sineye çekip,
Varlığına minnet edeyim diye!

O anki ilgine şükran duyayım
ve seni bu şekilde kabulleneyim diye,

Bir cehennemi sundun sen bana,
ellerinle!

Belki de;

"İşte bu yüzden"



"Sana savaşı sorsam Shakespeare'den bahsedersin, değil mi?
Ama hiç savaş görmedin.
En yakın dostunun,kafası kucağında son nefesini verirken sana nasıl baktığını görmedin.

Sana aşkı sorsam sonelerden alıntı yapacaksın.
Ama bir kadının karşısında hiç tamamen savunmasız kalmadın.
Gerçek kayıp ne bilmiyorsun.
Çünkü hiçbir şeyi kendinden daha fazla sevmedin.
Birini bu kadar sevmeye bile cesaret edememişsindir." * Alıntı


 Bir kadının karşısında tamamen savunmasız kaldın mı? diye durup düşündüm de..
Hiç sanmıyorum. O kadar bencil ve o kadar zırhlısın ki, kendini tamamen bıakmak nedir bilmiyorsun bile.


18 Eylül 2010 Cumartesi


Seninle ilgili en çok istediğim neydi biliyor musun?
İstedim ki; oturuşundan belli olmasın gideceğin...!
Her seferinde bir acabamda saklı kaldın. 
İnanmaya hep hazırdım.
Şimdi köprünün altından çok sular akmış gibi..
Oysa seni düşünmek, seni sevmek bile ne güzeldi, ah sevgili...


17 Eylül 2010 Cuma

Söz söyleme sanatından çok, sözünün eri olma durumu kabul görsede; 
yaşamıma giren erkeklerin yarısında bu durumun yok olduğunu görüyorum,
kafamı çevirdiğim anda!



Bugün bir cümle okudum. "oturmuş dönüşünü izliyorum dünyanın" diye...
Bana göre ise; dünya oturtmuş, bana dönüşünü izlettiriyor gibi...


Önce kelimelerini duymaz olursun,
Sonra seslenişini...

Bazen acıyı bellemek gerekir zihninde,
Kazımak onları
 Her birini teker teker...




16 Eylül 2010 Perşembe


Ben çok şey istememiştim...
Kesinlikle çok değildi.
Hayatımda bir "ara" değil, "ana" olmasını istemiştim...

İnsanlar sonuçlarını hesaplamadan ileriye bir adım atmamalı değil mi!
Mesela telefon isteyecekse, o telefon numarasını silmemeli!
Yazmayacağım deyip yazmamalı.
İnsan bazen bir beklentisi olduğu için değil elbette, ama bazı şeylerin ucunu açık ve zamana karşı esnek bırakmalı.
Yoksa böyle kendince! bir kızgınlık uğruna dahi olsa yapmam dediklerini yapar halde buluverir kendisini.
Bunu okuyan ise ne düşünür söylemesem daha iyi.




Mektuplar / İletişim



Sevgilim,
Sana yazacağım tüm yazıların etiketine aşkı sakladım. Şu an hayatımda hiç ummayacağım bir biçimde aşkın her halini yaşıyorum ve bu aşkın doğru olduğunu hissediyorum. Her duygu zamanında ve özüne uygun hissediliyor gibi.

Sevgilim,
Biliyorum sevgiyi ifade edişlerimiz bazen birbirinden farklı olabiliyor. Ve ben her yeni günde seninle yeni bir şeyler öğreniyorum. Misal sevgiyi dile getirmekte bazen ne kadar yetersiz kaldığımı... Ama telefonun diğer ucunda söylediklerini bir sessiz direnişle ve kabullenmişlik edası ile dinlerken; inan içimden o anlarda çok farklı sesler yükseliyor. Ama bir türlü bulundukları yerden bir türlü çıkamıyorlar. Sese dönüşemeyen bir çok kelime biriktiriyorum beynimde...

Sevgilim,
Senelerce sevgiyi anlamada ve ifade etmede dokunmayı kullanmış bir insanım ben. Ve şimdi karşımızda teknolojinin bize sunduğu ve nimet mi, lanet mi olduğunu tam anlamadığım bir iletişim yöntemi ile birbirimize ulaşmaya çalışıyoruz. Az önce içimden yükselen sesler farklı dedim ya! İşte bu sesler devreye girip "keşke" diyor, "görse şu an ki sözcüklerle ifade edilemeyen mimik ve hallerini." (Sana bakışlarımı gösterememek en büyük pişmanlığım oldu son zamanlarda.)

Aslında, seni uyurken izlemeyi çok özledim. Yanında huzurla durmayı, aynı masada bardağına çay koymayı, bana çatmanı, arabada giderken bir rüzgar esintisi ile kokunun burnuma dolmasını ve yüzümde gülücükler oluşturmasını öyle özledim ki...

Lütfen bize bu kadar yakışan bir şeyin hayatımızda hep var olmasını sağlayalım olur mu?


* Eskiden yazdığım bir mektuptu. Bundan 2-3 ay öncesine bile "eski" dedirten neydi bilmiyorum. Bildiğim tek şey, tüm iyi niyetli yaklaşımlara rağmen yine de içimde uyuyan bir öfkenin varlığı... İçimi kemirmiyor, beni düşüncelere boğmuyor, sadece katlanarak büyürken beni de farklı bir insana dönüştürmeye çalışıyor. Umursamaz, bencil, eksiksiz bir tabir kullanılacak ise "onlar gibi"! Hepsinin gözü aydın olsun diyebilecekken; bugün bir kez daha anladımki, iyi ki o ve onlar gibi değilim. 

Bunu böbürlenme veya kendimi onlardan üstün tutma gayreti ile söylemiyorum. Ama hayatıma aldığım insanlara hep dikkat etmeye çalıştım. Doğru, dürüst ve eksiksiz davranmaya da keza... İnsan arada yanlış yaptığını da kabullenmeli değil mi? İnsan her an başkalarının yaptıkları- yapamadıkları- yapmadıkları şeylere onlar ve kendi adına üzülmeyi bırakmalı. Varlıkları ile yoklukları arasında bir bağ kuramadığım, hepsinin de ortak yönleri olan zekalı insanlar ile çevrelediğim etrafımı temizleme zamanım gelmiş. 
Benim için bir çok anlam barındıran; özlediğim, seviştiğim, hayatımın merkezine oturtmaktan çekinmediğim, mutlu anlara tanıklık etmek için elimden geleni ardına koymadığım ve bunlar için asla pişmanlık duymadığım, ama ne hikmetse hep bir değer bilmez - alçakla davranışları ile karşılaştığım; ve benim için artık ne olduklarını bilemediğim bu insanları affetmesemde bir şekilde içimden azad edeli birkaç zaman geçmiş. 

Bugün yukarıdaki mektubu yazdığım kişi ile mesajlaştım. Sen imalı taşlamalar attın derken, o an içimden kendi yaptığı davranışları 'e be adam sende bunu bunu yapmadınmı' şeklinde saymak geldi. Ama sonradan yazılacak her kelimenin bile gereksiz olacağını düşündüm. Bunun 'senin ailen/benim ailem bunu dedi' den bir farkı olmayacak gibi geldi. Üste çıkmak, haklı olsam bile gereksiz bir laf dalaşına girmek istemedim. Birde onu ima eden bir feed girdiğim için, hoşnutsuzluğunu dile getiriş biçimi garip geldi. Artık nasıl gördü ise üzerine koskoca 2 gün ve bir sürü yazı girilmesine rağmen, yeni yazdığı tehdit kokan o mesajın yerine, bir geçmiş olsunu çok görebilecek seviyede olduğunu gösterdi. Allah herkesin karşısına iyi insanları çıkartsın inşallah. Hayırlısı...

Güzel bir Nazım Hikmet şiiri ile bitirelim bu geçmiş zamanın hikayesini. 

SEN
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var :
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını
 
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var :
Biri sensin
biri o,
biri ötekisi
Düşmanımdır ikisi
 
Sana gelince
Yazıyorsun
Okuyorum
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum
Ne yazık!
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz
Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri
 
Sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!
Satıyorsun :
günde on kâat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat için
 
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var :
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi
Sana gelince
Ne ben Sezarım,
ne de sen Brütüssün
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz

15 Eylül 2010 Çarşamba


Anne, babamın yatağı rahatlığındandın. 
Sırtımı sana yaslayıp, huzur bulmaya bayılırdım...
Saçlarımı hep uzattım.
Olmayan kanatlarımın olmayan tüyleri yerine...