7 Aralık 2010 Salı

Bitme lütfen..
Benim adına "aşk" dediğim o saç diplerimi bile titreten o duygu bitmesin.
Üşütme.
Bilmez misin sevgili, üşüyen saç dipleri dökülmeye mahkumdur.


Sen kaçtın gözüme!
 O zamandan beri batıyorsun...


Ben zamana değil, sana yenildim!

4 Aralık 2010 Cumartesi

Biliyor musun?
Aslında bu yazıyı sen yarım bıraktın!



Adın bende saklı kaldı. Biliyor musun? Seslenmeye bile korktum çoğu zaman... Kimseye söylemedim, bilmesin istedim, sen bana özeldin... Adını sadece senin gözlerine bakarak, sana fısıldamayı istemiştim.

Kendimi sever gibi sevdim seni. Kendime bile söylemek istemedim bu aşktan vazgeçmeni.

Bitme istedim.

Gitme istedim.

Gittin...


Kendi yüreğindeki yangınların ve hırslarının seni de eriteceğini bilerek gittin. Biliyordum seviyordun. Acıta acıta ve kendini kanata kanata yok olmayı seçtin. Yan istedim, acıların bitmesin, her zaman vicdanınla kala kal istedim işte.

Korktum, gücendim, bende kaçmaya çalıştım senden. Denedim, uzaklaştım. Kaçmak için uğraştıkça, senden vazgeçememenin sancılarını yaşamaya başladım. Söyleyecek sözler bırakmadan ve bakmadan arkana, uzaklaşmayı tercih ettin ya... yediremedim...
Kin değildi bu, sadece sana karşı bir öfkeydi. Defalarca rededilişimin acısını çıkarmak istedim. İntikam için değil. Kendi öfkemin bile içine sıkışıp kaldığım oldu.

Mutluluğumuzu bu kadar ertelediğine inanamamışlıktı bu. Ertelemek dedim de, kimbilir belkide direk bitirdin. Tıpkı benden kaçmak için söylediğin sözlerin gerçekliğine inanmaya çalışarak.

Bu kadar mutlu olma şansımız varken, biz bu kadar birbirimizi tamamlarken, şimdi ayrı gayrı olmak koyuyordu.
Hayır! hayat adil değildi, sen gitmiştin.
Ben bitiktim.


Seninle karmançorman olan hayatıma geri dönmeyi denedim. Ama artık hiçbirşey eskisi gibi gelmiyordu. Hep bir yarımlıktı duyumsadığım. "Şimdi o da olsaydı" şeklinde cümleler kurar olmuştum nicedir. Kendi kendime, bize ait bil dil geliştirmiştim, duymanı umut ederek.
Seni isteyip, hayatıma seni mühürlemiştim.

Gitme demiştim,

Gitmiştin.

Şimdi bende yazacağım dediğim, ama gönderil(e)memiş diğer mektuplarıma bir yenisini daha ekliyordum.


3 Aralık 2010 Cuma


Sen gittin!
Ardından quasimodo kamburunu bıraktı bana..
Ardından ağrını taşıdım..
Kolay olmadı.
Kolay olmadın.

Bir yol ayrımındaydık seninle ve bir müddet daha beraber gideceğimiz bu yolu; yanyana yürüyerek değil, aramıza setler örerek geçtik biz.
Şimdi tekrar yol ayrımındayız!
Yolun açık olsun arkadaşım..
Aşkım...
"Boşver! Zaten ahmahlıktı bizimkisi..."

Biliyor musun?
Gerçekten içten dilemiştim, sözümün çıkacağı ağız olmanı!

Top yukarı çıktığında, o an istediğin renk olmakta bıktım anlıyor musun?


İstediğim ne mi?
Yüzünün kıvrımlarına mandallanmak bazen..
Bazen kendimi kandıracak, sorgulatacak vakit bulamamak..
"Ağlayan çayır" ı sil baştan izlemek seninle..
Müziğinde kendini kaybetmek..

Lütfen duy istiyorum sesimi!
Gözlerim gidişine değil, gelişine anlamlar yağdırsın..


Ben hep oradaydım!

Sen başkalarıylayken,
Sırnaşırken,
Saçmalarken,
Yalancı gülümseyişlerini takınmışken,
Gecelerine beni sığdırmışken,
Aşık olduğun kadın başkasını seçmişken,
Tercih ederken,
Ve tercih edilirken,
Amaçlarındaki araçlarını kullanırken,
Başka kadınları koluna takıp yanıma gelmişken...

Ben hep oradaydım...!

Belkide;
"İşte bu yüzden"

Güneş oldu aşkın adı,
Akdeniz oldu...

Sonrasında ise;

Kör oldu adam...
Kor oldu kadın...


Bir isyan masalı bu, İstanbulda başlamış.

Ne eski zamanların düşesi olabildim...
Ne de senin düş eşin...

Ben ne zaman seni düşünerek uykuya dalsam, hep bir yanım eksik kalkıyorum.
Beni düşlerimden uyandırma!
Henüz gerçekliğine uyanmaya hazır değilim.


2 Aralık 2010 Perşembe


Cümleler biriktiriyorum sana...
İçlerinde tekil şahıslar olan, ama "O" yu uzak tutan..
İki özne ve bir yüklemden oluşan...



1 Aralık 2010 Çarşamba


Sen, kasıklarımın tamlamasıydın!
Ve seni tanıdığım andan itibaren tüm dil bilgisi kurallarım yıkılmıştı...



30 Kasım 2010 Salı

Tüm misketlerimi teninin çukurlarında kaybettim.
Lütfen bulmadan gönderme.

Masalların mutlu sonla bitmediğini, kafama düşen o üç elma ile anladım.
Aklımı mı kaçırdım, yoksa aklım başıma mı geldi bilemedim..

Bir gün kapanan kapıları açmaya cesaret bulduğunda ben o evde seni bekliyor olacağım, ama sen hiç bilmeyeceksin diye başladı hikayede ki kız bu seferki mektubuna.
Yalnızdı, ama bu eskisi kadar koymuyordu. Anlamını bulduğu ve yazılarla anlamlandırdığı bir hayat kurmuştu yeniden kendine.
Kız geriye bakıp düşündüğünde istemişti ki "evet ben kendi başıma da mutluyum ama bu mutluluğu, seninle de paylaşmak istiyorum" Ama erkek duymak istememişti bu mesajı. O suskunların kahramanlarını oynuyordu her zaman.
Onu mutlu görmek adına yaptığı tüm girişimler sonuçsuz kalmıştı. Her ne kadar vazgeçmeyeceğim senden dese de kız, sonuçsuzlandırılamayan her şey; üzerine alınganlık olarak yapışmıştı. Keşke biraz daha cesaretli olsaydı adam, böyle suskun kalmasaydı.
"bitti..." dedi yaşanmamışlıkların üzerine nokta koymanın zamanı geldiğine inanan kız.
"Sen hiç bilmezdin de, senin yanından ayrılıp eve dönmek çok koyardı aslında. Yanında rahattım ben, huzurlu, hep yanında olayım isterdim. O dizlerde uyumak, sana sokulmak isterdim. Söylediğin ya da yazdığın her sözcükten ben çıkmak isterdim" Olmadı. Başlamadan tükettik. Şimdi tekrar eve dönüş zamanı, kapanan kapılara dokunmama zamanı... Şimdi yine bitmelerin ve yeni başlangıçların zamanı...
Başladığı mektubu zarfa koydu, zaten üzerinde adresi yoktu, alışkındı buna kız. Hiçbir zaman göndermemişti yazdıklarını. Ve mektuptan aklında kalan bir paragrafın, üzerinden geçti tekrardan.
"Yenilmiş bir ordu gibi kaçıyorsam senden, dudaklarının karşısında kaçıyorsam bağışla... Bir yangını başlatacak kibrit olmaktan korkuyorum..."
Duraksadı ve düşündü... "Asıl sorun nerede biliyormusun çözümünü bildiğin bir seyin kuruntularını yasamak" dedi hafif bir sesle aynadaki aksini görüp seslenen kız. Sadece adamın tepkisinden korkuyordu artık. Sustu... Usulca pencereden dışarısını izledi. "Keşke" dedi, "Keşke sonunu her ikimizde bilsekte bu aşkın, yine de yaşasaydık"
Yaşan(a)mayan şeylerden tüm yaşamı boyunca nefret ederek...