31 Mart 2010 Çarşamba


Ah be adam!

Nasıl anlatırım, nasıl (anlata)bilirim;
içime kaçtığından beri tüm hücrelerimde bile seni hissedişimi...

Kestikçe kanayan yaramsın.


Hayatım boyunca hep soğuk suya ayağını değdirmeye korkan
ve
 parmak uclarında bunu deneyen bir kizdim.

Ama mutlaka birileri geldi ve beni o suya ittirdi zamanından önce.

Sırf bu nedenle hak etmiştim.

İyi ki ittirmişler diyorum..
Masallarda ki tüm kırmızılar saçıma bulaşmış. Bu yüzden bir yaşamın rengi ilk beyazdan başlamış.

30 Mart 2010 Salı

Kısa çöpü çeken bir prensestim ben...
Eteğinin kuyruk kısmı en olmadık anda sökülen.


İnsanım!
Bu yüzden insanların açtıkları yaralara merhem olamam.
An gelir sokaklar çıkmaz olur,
İşaret parmakları geri vitese takar.
Derinden bir "ıhh" sesi,  
belli belirsiz.


Bir kurşunun bir yerden çıkıp diğer yere girmesindeki salisede saklanmışır geçmiş!
İçimde kırıklıklarım var. Alçı niyetine öpsen bile, bir daha asla eskisi gibi olmayacak.



Hayallerimiz hep bir odada.

Ama o/da yetmiyor kavuşmaya.


Biliyormusun?
Senin için:
Gözlerim tutku olsun istedim,
Ellerim güven,
Saçlarım parfüm,
Boynum huzur...

Uzattım beklentisiz,
Zeytin dallarımı her defasında...

İstedim;
Vatanından sürgün edilmiş gibi yürümemeyi
Sessizce yanında.

Biliyormusun?
Nece zamandır,
Öfkemin uyanışını duyuyorum içimde.
Bak! nefes alıyor.
Hırıltılı.

Kuşkunun bıçağını sivriltiyorum.
Bir yanım;
delir,
deşil,
çürü,
kanat kendini istiyor.
Diğer yanım suskun.
Gerçekten suskun

Git yanımdan,
Kanasın dudakların arzudan.
İhtişamına rağmen cılız senin yüreğin.
Yanıma yakışmıyor.

Şimdi,
Yetiyorsa gücün, uyandır tüm şehri uykusundan.
Ama ilk önce kendin uyan,
İçinde kaybolduğun dünyalardan.

Artık;
Kokumun sineceği yastıklarda uyuyamayacaksın
Ve uykuların kaçınca yanıma sığınamayacaksın.
Katmanlarına inemeyeceksin saçlarımın
Ve dehlizlerinde barınamayacak gözlerimin.

Ben;
Dudaklarımı azad ediyorum zindanlarından.
GİT ŞİMDİ...
Gölgen düşmesin daha fazla üzerime...

Artık senin hiçbir şeyine dilenci değil ellerim.

Ve gün geldi ben senin mabetlerine ibadete durmaktan vazgeçtim.
Benim kalbim buna yeterdi de, sen bu derece imana değmezdin!
.

29 Mart 2010 Pazartesi

Masadan kalkma zamanı.

 Tüm hesaplar ödendi.
Ve gerçekten;

 sözde değil, özde uzağına düşmek gibiydi...


Seni sevmek...!



27 Mart 2010 Cumartesi

Ayşe Armanın çok sevdiğim bir sözü vardı kaç sene önce okudum hatırlamıyorum. Şöyle diyordu

- "biz hep sevdiğimiz erkeklerin kolunun altını kokladık".

İçimizde öyle aç, öyle en' lerle dolu ve öyle doyumsuz bir benlik var ki. Bir kızın babasından başlayarak sığındığı tüm erkeklerinin kokusunu anımsaması bu.



26 Mart 2010 Cuma

Havva, Ademden nasıl yaratıldı ise; bende senin parçandan yaratıldığımı düşünüyorum bugünlerde çokça. 

Belki de bu yüzden bu kadar kilitli kalıyorum sana…



Senin olan kaç çocuk düşürdüm ben?
Bil ki;
en sonuncusu üzerime düştü, ben yutmak isterken!

Azı dişimin arasına kaçmışsın.
Çıkmak bilmeyen.

Şimdi hangi ipi soksam arasına düğüm olup,
Beni sana bağlıyor.

Ağzımın tadı kaçıyor!
Gözümün tuzu tadıma karışıyor.
Acımsı tada seni banıp oyalamadan yutuyorum.


25 Mart 2010 Perşembe


Göğsünde ben kokan bir yer kaldıysa diye,

Bir not düşmek istedim bu güne...




Aklımda şarkı sözleri...



En sevdiklerim çalınıyor bugün kulaklarımda...



"geçmiş değil bugün gibi yaşıyorum hala seni, sen benim şarkılarımsın"

Bir Kadının Aldatışı 2


İstediğim tek şey özenindi.
Tüm birlikteliğimiz senin yapmacık ve bir görevmiş gibi yaşattıklarından ibaret geliyordu gözüme.
Senin beni gerçekten hissetmeni beklerken;
içimdeki savunma içgüdüsü ile buna ihtiyacım yokmuş gibi davrandım.
Şimdi sakın susmamı bekleme, çünkü senelerce içimdekileri kusmayı bekledim sana.
Sana pişmanlıklarımı anlatmayı isterken hep dinlemeyi reddetti benliğin.
 Belki de duyacaklarından korktun kim bilir.
Sevgisizliğinle bu kadar açıkça yüzleşme cesaretin yoktu.
Hazır değildin duymaya, kendini tartmaya...

Sen konuşmayınca, kendimi dinlemekten usandım.
Usandığımda farklı kaçışlar aradım.
Ama bütün yollar sana çıkmamaya başladı geri dönüş zamanlarında.
İflah olmaz bir duygu arsızı olmaya başlamıştım, doymuyorum.
Senin boşalttığın anlarımı başka kimliklerde, başka resimlerde ve seslerde doldurmaya başladım.
İşte bu noktada hissetmeye başladın belki de bir şeylerin ters gittiğini.
Alışkanlıkla yaptığım yemeklerin bile tadı değişti senin için.
Bu sefer değiştiremeyeceğin hislerin altında ezil istedim!
Çünkü zamanla senin canını acıtmayı istedim.
Acıtamadığımı, değişemeyeceğini anladığımda; ama en çok kendime kızdığımda başladım seni aldatmaya.

Başka bedenlere sen diye sığınmadım ve yaslanmadım asla başkasının göğsüne.
Kimsenin kalp atışlarını duymadım senden başka.
Ama aldatmaksa aldattım işte düşlerimde.
Dokunmadan seviştim bazı bazı.
Senin umursamazlıklarına hüzünle ve öfkeyle seslenirken, onlarla şehvetli tonlarda konuşuyordum.
"Gel" desem geleceklerdi biliyordum
ve "Gel" dediler, gitmedim.
Kirletmeye kıyamayacak kadar çok seviyordun çünkü bedenimi.
Tek sevdiğin olarak gördüğüm bedenime başka dokunuşları yüzeysel tattırmaya kıyamadım.
Nasılsa aldatmıştım ya seni vicdanım daha fazla yükü kabul etmeyecekti belki de.

-Şimdi bana "neden" diye mi soruyorsun?
"neden"...
"Çünkü senelerce sen diye baktığım her yerde yokluğunun izlerini bulmamla başladı ilk kez her şey."


* Bu yazı daha önce 1MK da ve Efsa sayfasında yayımlanmıştır. Tüm haklar yazara aittir ve İzinsiz alıntı yapılması yasal değildir.

24 Mart 2010 Çarşamba



"Kaçıncı ölmem, kaçıncı dirilmem bu?

Tanrılardan ateş çaldım,
Yüzyıllarca tutuştum, üstüste yandım.

Bir Anka kuşu gibi anne,
Kendimi külümden yarattım.

Anne, ben diyar diyar umudun savaşçısı,
Bir tutam sevgi için dağladım gözlerimi.

Prometheus'tum, çiviyle çakılırken taşlara
Ciğerimi kartallara yedirdim.

Spartakus'tüm, köleliğin çığlığında.
Aslanlara yem oldum, tükendim.

Kör kuyuların dibinde Yusuf'tum,

Kerbela çölünde Hüseyin.

Zindanlarda Cem Sultan,

Sehpada Pir Sultan."
 
(*) Yusuf Hayaloğlu

Bir Kadının Aldatışı


Adam kısık sesiyle sadece -“neden ?” diyebildi
Ve kadın derecesi hiç düşmeyen bir tonla, tüm can acımışlığının verdiği oranda anlatmaya başladı.

Her şey ilk kez yalnızlığımı duyumsadığımda başladı.
Seninle konuşmak istediklerim,
sana söylemek istediklerim, hep boğazımda bir yarım kalmışlıkla tıkandı.
Biliyordum dinlesen anlayacaktın, anlatsam kurtulacaktım, ama dinlemeyi hep ret ettin.
Sana anlatacaklarım hep sıradan göründü gözüne.

Bilmiyorsun.
Karşındakinin susması dışında, birine kendini anlatmanın zorluğunu.
Yoktum gözünde, değersizdim senin için, öyle hissettiriyordun bana...
Bir bedende takılı kalmıştın sen, yokluğumu sadece bir yönde arıyordun.

Senelerce sığınmak istediğim yanlarım çoğaldı yanında.
Kapanmayan bir boşluk vardı içimde.
Çevremdekilerin farklı duygularıyla besleniyordum artık.
Adı bazen tutku oluyordu, bazen şımartılmak, bazense şefkat...
Bölük pörçük duygularla yaşamayı seviyordum.

Bilirdin bendeki bu halleri. Ama hiçbir şey demezdin.
Susardın.
Bu suskunluk anları; benim başkalarının sevgisine, ilgisine duyumsadığım hisleri bin kat artırıyordu. Anlamadın...
Ben konuştukça, sen karşılıksızdın, susmaya devam ettin.
Önceden suskunluklarımız bile anlamlı gelirdi.
Sonraki yıllarda ise sadece öfke hissettirdi bana.



23 Mart 2010 Salı

Parmaklarındaki tuzlu tadı tadan, dudaklarca...

işte o kadar fazla insan vardı aramızda...