31 Mart 2010 Çarşamba


Ah be adam!

Nasıl anlatırım, nasıl (anlata)bilirim;
içime kaçtığından beri tüm hücrelerimde bile seni hissedişimi...

Kestikçe kanayan yaramsın.


Hayatım boyunca hep soğuk suya ayağını değdirmeye korkan
ve
 parmak uclarında bunu deneyen bir kizdim.

Ama mutlaka birileri geldi ve beni o suya ittirdi zamanından önce.

Sırf bu nedenle hak etmiştim.

İyi ki ittirmişler diyorum..
Masallarda ki tüm kırmızılar saçıma bulaşmış. Bu yüzden bir yaşamın rengi ilk beyazdan başlamış.

30 Mart 2010 Salı

Kısa çöpü çeken bir prensestim ben...
Eteğinin kuyruk kısmı en olmadık anda sökülen.


İnsanım!
Bu yüzden insanların açtıkları yaralara merhem olamam.
An gelir sokaklar çıkmaz olur,
İşaret parmakları geri vitese takar.
Derinden bir "ıhh" sesi,  
belli belirsiz.


Bir kurşunun bir yerden çıkıp diğer yere girmesindeki salisede saklanmışır geçmiş!
İçimde kırıklıklarım var. Alçı niyetine öpsen bile, bir daha asla eskisi gibi olmayacak.



Hayallerimiz hep bir odada.

Ama o/da yetmiyor kavuşmaya.


Biliyormusun?
Senin için:
Gözlerim tutku olsun istedim,
Ellerim güven,
Saçlarım parfüm,
Boynum huzur...

Uzattım beklentisiz,
Zeytin dallarımı her defasında...

İstedim;
Vatanından sürgün edilmiş gibi yürümemeyi
Sessizce yanında.

Biliyormusun?
Nece zamandır,
Öfkemin uyanışını duyuyorum içimde.
Bak! nefes alıyor.
Hırıltılı.

Kuşkunun bıçağını sivriltiyorum.
Bir yanım;
delir,
deşil,
çürü,
kanat kendini istiyor.
Diğer yanım suskun.
Gerçekten suskun

Git yanımdan,
Kanasın dudakların arzudan.
İhtişamına rağmen cılız senin yüreğin.
Yanıma yakışmıyor.

Şimdi,
Yetiyorsa gücün, uyandır tüm şehri uykusundan.
Ama ilk önce kendin uyan,
İçinde kaybolduğun dünyalardan.

Artık;
Kokumun sineceği yastıklarda uyuyamayacaksın
Ve uykuların kaçınca yanıma sığınamayacaksın.
Katmanlarına inemeyeceksin saçlarımın
Ve dehlizlerinde barınamayacak gözlerimin.

Ben;
Dudaklarımı azad ediyorum zindanlarından.
GİT ŞİMDİ...
Gölgen düşmesin daha fazla üzerime...

Artık senin hiçbir şeyine dilenci değil ellerim.

Ve gün geldi ben senin mabetlerine ibadete durmaktan vazgeçtim.
Benim kalbim buna yeterdi de, sen bu derece imana değmezdin!
.

29 Mart 2010 Pazartesi

Masadan kalkma zamanı.

 Tüm hesaplar ödendi.
Ve gerçekten;

 sözde değil, özde uzağına düşmek gibiydi...


Seni sevmek...!



27 Mart 2010 Cumartesi

Ayşe Armanın çok sevdiğim bir sözü vardı kaç sene önce okudum hatırlamıyorum. Şöyle diyordu

- "biz hep sevdiğimiz erkeklerin kolunun altını kokladık".

İçimizde öyle aç, öyle en' lerle dolu ve öyle doyumsuz bir benlik var ki. Bir kızın babasından başlayarak sığındığı tüm erkeklerinin kokusunu anımsaması bu.



26 Mart 2010 Cuma

Havva, Ademden nasıl yaratıldı ise; bende senin parçandan yaratıldığımı düşünüyorum bugünlerde çokça. 

Belki de bu yüzden bu kadar kilitli kalıyorum sana…



Senin olan kaç çocuk düşürdüm ben?
Bil ki;
en sonuncusu üzerime düştü, ben yutmak isterken!

Azı dişimin arasına kaçmışsın.
Çıkmak bilmeyen.

Şimdi hangi ipi soksam arasına düğüm olup,
Beni sana bağlıyor.

Ağzımın tadı kaçıyor!
Gözümün tuzu tadıma karışıyor.
Acımsı tada seni banıp oyalamadan yutuyorum.


25 Mart 2010 Perşembe


Göğsünde ben kokan bir yer kaldıysa diye,

Bir not düşmek istedim bu güne...




Aklımda şarkı sözleri...



En sevdiklerim çalınıyor bugün kulaklarımda...



"geçmiş değil bugün gibi yaşıyorum hala seni, sen benim şarkılarımsın"

Bir Kadının Aldatışı 2


İstediğim tek şey özenindi.
Tüm birlikteliğimiz senin yapmacık ve bir görevmiş gibi yaşattıklarından ibaret geliyordu gözüme.
Senin beni gerçekten hissetmeni beklerken;
içimdeki savunma içgüdüsü ile buna ihtiyacım yokmuş gibi davrandım.
Şimdi sakın susmamı bekleme, çünkü senelerce içimdekileri kusmayı bekledim sana.
Sana pişmanlıklarımı anlatmayı isterken hep dinlemeyi reddetti benliğin.
 Belki de duyacaklarından korktun kim bilir.
Sevgisizliğinle bu kadar açıkça yüzleşme cesaretin yoktu.
Hazır değildin duymaya, kendini tartmaya...

Sen konuşmayınca, kendimi dinlemekten usandım.
Usandığımda farklı kaçışlar aradım.
Ama bütün yollar sana çıkmamaya başladı geri dönüş zamanlarında.
İflah olmaz bir duygu arsızı olmaya başlamıştım, doymuyorum.
Senin boşalttığın anlarımı başka kimliklerde, başka resimlerde ve seslerde doldurmaya başladım.
İşte bu noktada hissetmeye başladın belki de bir şeylerin ters gittiğini.
Alışkanlıkla yaptığım yemeklerin bile tadı değişti senin için.
Bu sefer değiştiremeyeceğin hislerin altında ezil istedim!
Çünkü zamanla senin canını acıtmayı istedim.
Acıtamadığımı, değişemeyeceğini anladığımda; ama en çok kendime kızdığımda başladım seni aldatmaya.

Başka bedenlere sen diye sığınmadım ve yaslanmadım asla başkasının göğsüne.
Kimsenin kalp atışlarını duymadım senden başka.
Ama aldatmaksa aldattım işte düşlerimde.
Dokunmadan seviştim bazı bazı.
Senin umursamazlıklarına hüzünle ve öfkeyle seslenirken, onlarla şehvetli tonlarda konuşuyordum.
"Gel" desem geleceklerdi biliyordum
ve "Gel" dediler, gitmedim.
Kirletmeye kıyamayacak kadar çok seviyordun çünkü bedenimi.
Tek sevdiğin olarak gördüğüm bedenime başka dokunuşları yüzeysel tattırmaya kıyamadım.
Nasılsa aldatmıştım ya seni vicdanım daha fazla yükü kabul etmeyecekti belki de.

-Şimdi bana "neden" diye mi soruyorsun?
"neden"...
"Çünkü senelerce sen diye baktığım her yerde yokluğunun izlerini bulmamla başladı ilk kez her şey."


* Bu yazı daha önce 1MK da ve Efsa sayfasında yayımlanmıştır. Tüm haklar yazara aittir ve İzinsiz alıntı yapılması yasal değildir.

24 Mart 2010 Çarşamba



"Kaçıncı ölmem, kaçıncı dirilmem bu?

Tanrılardan ateş çaldım,
Yüzyıllarca tutuştum, üstüste yandım.

Bir Anka kuşu gibi anne,
Kendimi külümden yarattım.

Anne, ben diyar diyar umudun savaşçısı,
Bir tutam sevgi için dağladım gözlerimi.

Prometheus'tum, çiviyle çakılırken taşlara
Ciğerimi kartallara yedirdim.

Spartakus'tüm, köleliğin çığlığında.
Aslanlara yem oldum, tükendim.

Kör kuyuların dibinde Yusuf'tum,

Kerbela çölünde Hüseyin.

Zindanlarda Cem Sultan,

Sehpada Pir Sultan."
 
(*) Yusuf Hayaloğlu

Bir Kadının Aldatışı


Adam kısık sesiyle sadece -“neden ?” diyebildi
Ve kadın derecesi hiç düşmeyen bir tonla, tüm can acımışlığının verdiği oranda anlatmaya başladı.

Her şey ilk kez yalnızlığımı duyumsadığımda başladı.
Seninle konuşmak istediklerim,
sana söylemek istediklerim, hep boğazımda bir yarım kalmışlıkla tıkandı.
Biliyordum dinlesen anlayacaktın, anlatsam kurtulacaktım, ama dinlemeyi hep ret ettin.
Sana anlatacaklarım hep sıradan göründü gözüne.

Bilmiyorsun.
Karşındakinin susması dışında, birine kendini anlatmanın zorluğunu.
Yoktum gözünde, değersizdim senin için, öyle hissettiriyordun bana...
Bir bedende takılı kalmıştın sen, yokluğumu sadece bir yönde arıyordun.

Senelerce sığınmak istediğim yanlarım çoğaldı yanında.
Kapanmayan bir boşluk vardı içimde.
Çevremdekilerin farklı duygularıyla besleniyordum artık.
Adı bazen tutku oluyordu, bazen şımartılmak, bazense şefkat...
Bölük pörçük duygularla yaşamayı seviyordum.

Bilirdin bendeki bu halleri. Ama hiçbir şey demezdin.
Susardın.
Bu suskunluk anları; benim başkalarının sevgisine, ilgisine duyumsadığım hisleri bin kat artırıyordu. Anlamadın...
Ben konuştukça, sen karşılıksızdın, susmaya devam ettin.
Önceden suskunluklarımız bile anlamlı gelirdi.
Sonraki yıllarda ise sadece öfke hissettirdi bana.



23 Mart 2010 Salı

Parmaklarındaki tuzlu tadı tadan, dudaklarca...

işte o kadar fazla insan vardı aramızda... 

22 Mart 2010 Pazartesi

Artık tüm tişörtlerime seni yazdığım kelimeleri bastırıyorum ben.

Böylece tenime değen, her zaman bir sen!

Bir sonraki adımını ve bunun getirilerini hesaplamıştı. Sonuçta karşısındaki de bir insandı. Ve her insan gibi o da, benzer koşullarda benzer davranışlar içinde olurdu.

Tüm ihtimalleri göz önüne almış, bir satranç oyununu başlatmıştı. Kafasında onlarca olasılık, onlarca davranış biçimi vardı. Bu oyundan vazgeçmeyecekti. İlk kez yapabileceklerinin gücünü görmüş, bu his kendisini de korkutmuş olsa da, kendi canının acıması pahasına başladığı işi bitirecekti.

Kaybedecek bir şeyi olmayan insanlardan korkmuştu seneler boyunca.
İşte şimdi yeterince sağduyulu davrandığı bu dünyada; kendisinin de kaybedecek hiçbir şeyi kalmamıştı.

20 Mart 2010 Cumartesi


gel dedim
ama kal asla
gitmek istedim
ama kalmak asla


 

19 Mart 2010 Cuma


Ah!
Umudum kırıldı.
ÇEKİL!
Üzerine sıçramasın parçaları..
İnan kıymıklarını ben bile ayıtlayamam.

Bir masal daha üfleniyordu yüzüme, nur yüzlü teyzelerin nefesleri ile.

"Allah, son gürlüğü versin" dediler bir ağızdan.

Kutsandım ellerinde...



18 Mart 2010 Perşembe

Şu an ne isterdin diye sorsalar, gamzelerimden ilk ve son kez öpmesini derdim.


Lütfen ama lütfen kralken, soytarı olma!


Yollarımız bir kavşakta; köşelerden birbirimize bakmaktan başka, bize uğramadı.


Ayrı şehirlerin, ayrı insanlarıydık. Ben güneşin kızıydım, sen kuzeyin yıldızı...


Yanlış durakta inen bir şaşkınım.

Hep senin evine yakın durakta inmeyi adet edinen bir meczup


- "Bana inanacağım sözler verme" dedi kadın.

ve ancak susmayı bildi adam. Ne dese boşa olacaktı...


Ve senden olan. 

Bir yalan

Elimde son kalan.

Satıyorum!

Yok mu alan!


Bak işte gördün mü?
Duyguların bile traş edilmiş senin.
Aralarında hep insan kesikleri...

Bak fark ettin mi?
Kanın sinsice kurumuş bir yerde.
Öpmüşüm;
Kalıntılar benim dudak izimde.



Hadi diyelim ki, içindeki çığlıkları hiç dinlemedin, red edip duymadın.
Peki durabildin mi kendi sevginin merkezinde?
Önünde miydin?
Arkasında mı kaldın?
Sapasağlam yanında mı yoksa?

17 Mart 2010 Çarşamba

Kanıma Akdeniz karışmış benim. Soğuk duruşların ardında, ne kadar çok kan kaynatmışım.


Ve uzaklaşıyorum artık kasıklarından, ayaklarının altından -yol bile olamadan-
Dudaklarım şarap olmuş. Dudakların ağzımda durdukça tatlanıyor... İç beni gönlünce. Fazla çarpmam söz.
Uykunun arasında yarı sersem uyanınca; sol tarafa yeniden dönüp, kendi kokunu koklayarak uykuya dalmanın cazibeli, huzur dolu bir güzelliği var.

15 Mart 2010 Pazartesi


Engizisyonda boynum!

Kelimeler darağacında,

Taşlamışlar, içinde sen eklenmiş her bir heceyi.

Adım/n/da ki her bir harfi, bir katıra bağlamışlar.

Sorguda ki her bir sesin, sesi kısılmış, "masumum" demekten.

Cımbızlarla yolmuşlar tüm noktalama işaretlerini.


 


Ve parlayan güneş,

Seninle aydınlanan günüme eş.

Selam vermiş.
Selam durmuş.
Bir hocanın ağzında sela olmuş.

İmzalar sokaklarda,
sokakta, çıkma yasağı! 
Silahlar tutan elleriyle kimliklerini sormuşlar,
 ülkesinin adamları.
Başka ülkelerin ağzında sakız olmuş.

12 Mart 2010 Cuma

Alıştık değil mi? Boyundan büyük laflar eden küçük adamlara. Hayır alışamayıp, her defasında şaşıracağız ve küçük ayaklarımızla, büyük adımlar atacağız!

Hiçbir formülün eşittir ile başlamadığı bir dünyada; terazinin kefesini oturtmaya çalışan, bir kadınım bazen.

Ve babasının kucağına oturup; bu dünyada daha rahat, daha güvenli başka bir yer olamaz diye düşünen bir kız.


Sahi vazgeç/de-n/meden de, geçebilirmiydim senden?
Masallarım bile mutlu sonla bitmeyecek kadar sen olmuşken...

Öyle bir masalmış bu, -mış tadında.

Ve ben o kadar batmışım ki; artık söyleyeceğim hiçbir kelime suni teneffüs yapamazmış, seninle boğulduğum bu aşkta.

Bir amnezi gibi yaşamak gibiymiş, başka her şey unutulduğu...

Masal tadında bir sen varmışsın. Dinledikçe, koynunda uykuya dalası gelirmiş insanın...

Belki de bu yüzden içinde sen olan bir sürü masallarım varmış benim. Bir var, bir yok olurlarmış. Var olmasını dileyen düş/ünce/lerimde...

Adı yalnızlık olan arabalarına atlayıp, kelimelerden kanatlar takınıp, konarlarmış üstüme. Girerlermiş benden izinsiz beynime.

Uyurmuşum, daha fazla büyümeden...

Külkedisi olurmuşum; saat yarım olunca başlarmış kelimelerle dansım sen yerine, tek ayak üzerinde.

Firavun oluyormuşsun düşlerimde. Binlerce yılı bensiz geçirme diye saçlarımla sarıp, mumyalarmışım bedenini özenle.

Böylece öp beni diye yalvaran bir kurbağa olmaktan vazgeçerdim belki de.

3 küçük domuzcukları sayar gibi; bugün tam üç kere seni dilemişim, lambada ki cinden.

Ekmek kırıntılarının yerine, kelimelerimi koymuşum kaybolmayayım diye.

Seni içmişim, boyumun ölçüsünü almışım. Ne uzamışım, ne kısalmışım.

Lanetlenmişim saçlarım uzamamış.

Yırtılmış elbiselerim, parçalarına kan lekesi sürülmüş.

İçimin güzelliği yüzüme vururmuş. Ama ben seni en çok çirkinken severmişim.

Bu masalın sonunu mutlu bitirmek için vursaymışım topuklarını, kırmızı ayakkabılarımın. Yeter miymiş acaba yanına gelmeye? Korkuluk aklını verirmiş, seninle kaybettiğim aklımın yerine. Teneke adam kalbini, Ya korkak aslan cesaretini?

Son olarak gökten elma yerine yeşil erik düşseymiş.

Bu masal nasıl bitecekmiş bilinmezmiş.

Tavşan yerine eski bir cümlenin izinden gitmişim. Bir masalı da böyle bitirmişim...

"Senaristim uyuyakalmış benim hikayemin yarısında... Bu yüzden mutlu son yok benim masalımda...!"

11 Mart 2010 Perşembe

Ne garip ayazın bana vurdu. Ama hasta olup, boğazı gıcık kapan başkaları.

Saçlarımın arasına yüzünü gömüp uyur muydun sahi yeniden?
Masal tadında bir sen varmışsın, dinledikçe seni; koynunda uykuya dalası gelirmiş insanın...



O kadar batmışım ki sana;
artık söyleyeceğim hiçbir kelime suni tenefüs yapamaz, seninle boğulduğum bu aşta.


Sahi vazgeç/de-n/meden de, geçebilir miydim senden?

Kelimeler ile dans ediyorum bugün.
Ne mutlu ki artık ayağıma basan bir sen yok.

10 Mart 2010 Çarşamba



Bir amnezi olmalı bu yaşadığım.

Senden başka herşeyi unutuyorum...

9 Mart 2010 Salı


Bağlaçlardan en çok "ile" yi sevmekti;

Seni Sevmek!

Seninle kelimelerin her halini, ama en çok sen/de/ki hallerini sevmekti;

Seni Sevmek!

Masalımı mı soruyorsun?
Ekmek kırıntıları yerine kelimeleri koymuşum, kaybolmayayım diye...
Daha ne!

İstiyorum ki sevgilim;

saç telin lavaboma düşsün,

kirpiğin yüzüme.


Bir masalın sonunu mutlu bitirmek için vursam topuklarını, kırmızı ayakkabılarımın...
Yeter mi yanına gelmeye?


Korkuluk verir mi aklını?
-seninle kaybedilmiş aklımın yerine, mantığım yeniden bana gelsin diye- 

Ya teneke adam verir mi kalbini?
 -sana adanmış başka bir kalbin yerine, yanıma kar kalacak-

Ve aslan; verir mi cesaretini?
-yapamadıklarını yapman için sana, hiçbir şey için geç kalınmadığını anlatmaya-



Yanına gelince çözülür mü dersin, başı bağlanmış masalımın düğümü?





İstiareye yatınca bile görecek kadar;

senle dolu bir kader çizilmiş benim defterime...

Hangi zarı atsam 7 çıkıyor karşıma.

8 Mart 2010 Pazartesi


"Kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk
Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası "
 
 
"GÖÇEBE"

Sen sık sık gülen gülerken de
Sevecen bir akdeniz çizgisini
Sol yanına ağzının
İliştiren çocuk özenle
Yabana mı atıyorum yani seni
Yabana mı atıyorum saat altı buçukları
Çocuk ve Allah'ın en eski baskısını
Değil, değil bunların biri
Gözlerimin gemileri kuş istiyor
Açılıp kapandıkça sevdam
Kapanıp açılıyor bir mavi
Şahmaran süt istiyor kefeninde
Üç aylık ölmüş çocukların
Kerem ile Arzu geliyor Aslı ile Kamber
Ay kana kana batıyor



Ay kana kana batıyor
Eşkiyalar gecenin yangınını izliyorlar uzakta
Kargapazarı dağlarını dolanan yaşlı ve öfkeli bir otobüsteyim
Jandarma daima nesirde kalacaktır
Eşkiyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine
Ve bu dağlar böyle eşkiya güzelliği taşıdıkça
Patronun karısını zimmetine geçirip
Amasya'dan Kars'a kaçmakta olan sayman yardımcısıyla
Alevilikten konuşuyoruz uzun süre
Yanımdaki hep bir gazetede Marilyn Monroe'nun resimlerine bakıyor
Mariyln Monroe öldü diyorum ona
Ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi
Şimdiyse cennette Nietzsche'nin metresi olması gerekir
Bunları diyorum daha ne varsa diyorum

İşte hiçbir sebep olmadığını sevişmemeye
İşte çocukluğumdan beri içimde bir önsezi olduğunu
Bunun bir gün birine rastlamak gibi bir şey olduğunu
Belki de bir günler bunun için Aydın'da bulunduğumu
Zaten nedense hep bir şehirden bir şehre yolcu olduğumu
İşte eflatun kakalı çocuklar olduğunu Kütahya'da
Ankara'da dokunak Yozgat'ta becerik olduğunu
Van'da güreşçi develer gibi süslediklerini kamyonları
İstanbul'da minarelerin lirik olduğunu köprülerinse dialektik
Acemi bir bulut bozuyor görüntüyü eski bir şarkı gibi

Bu şarkıyı ne zaman duysam aklıma
Sinirli bir elin uysal bir bardağa
Çok yukardan döktüğü bir içki gelir
Sonsuz ve olağanüstü bir bira
Köpüklene köpüklene biçimlendirir
Soyunarak ağlayan bir kadını
Acı bilincinde sonrasızlığın
Ama bırakalım bırakalım bunları
Yoldan piyade erleri geçiyor tahta bavullarıyla ve büyük yakalarıyla
Ve faytoncular görüyorum
Yere basışlarındaki ağırlığı azaltmak için
Tanrısal bıyıklarıyla durumlarını paraşütlendiren
Kars'tayım bu ne biçim Kars bir kenarda
Pekala yalçınlık iddiasında bulunabilecek bir tepenin üstünde
Kars kalesi yükseliyor
Gökyüzünü Ankara kalesine göre daha soyut ve daha elverişli bir şekilde
Hırpalayan bu kale de olmasa
N'olacak bakalım hırpalayan bu kale de olmasa

Kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk
Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası

Bir de yine sevgili çocuk
Biliyorsun kişi tutkularıyla
Yalnızlığını adlandırıyor o kadar
Arkada bir su devrile devrile akıyor
Rastgele bir ağaca soruyorum
Bir şey var sanki onu soruyorum
Değil orda diyor belki biraz daha ilerde

Tanrı meleğini ağırlamaya çalışan
Ataerkil bir aile gözümü alıyor
Dedelerin yüzlerinde erozyon
Silip götürmüş bütün evetleri
Annelerinse ağızlarında hiyeroglif
Babalarınsa ağustoslar atasözleri
Amcalarınsa avdan boş dönüyor elleri
Teyzelerse elleriyle yargılıyor gök güzelliğini
Ablalarınsa boyunları soru işareti
Ağabeylerse utançlarından emrah
Sıralanmışlar su boylarına
Bıçakla soyuyorlar kelimeleri

Ya suya giden küçük kızlar
Onlar
Tıpkı o kuşlar gibi
Uçan daha bir süre
Sonra da vurulduktan
Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri

Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi
Şu son dönemecini de aşınca gecenin
Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil
Bu ağartı ancak yürekle karşılanabilir
Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil
Tutsaksan ellerin sıvışır gider zincirlerinden
Ve balyozla vursalar mısralarına
Soylu bir demir sesi yükselir
Soylu büyük ve mavi bir demir sesi

Ellerim gece yatısına çağrılmış
Ve
Telaşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi
Yüzüm giyotine abone


CEMAL SÜREYA


Biliyor musun?
Bir gölge bile olmak istedim, senin evinin duvarlarında,
sana bakmaya.
Silik, cılız ve yitik bir siyahlıkta son bulana dek...


* Ve belki de bu yüzden iki adamın kelimelerinde, kelimeler bulmam, hiç usanmadan.


Büyüyemeyecek kadar çocuk kalmışım,

O yüzden kanmalarım sana,

Her şeker uzatışında...

Bu gece senin için dans edeceğim sevgilim.
Tüm ritimlerim de, her bir hecen.
Her hecemde hep sen.

İki kere ikinin, dört etmesi gibiyiz biz ikimiz.
Adını adımın yanına koysamda dört; seni bana, beni sana çarpsam da...
(...Ben seninle çarpılmak istiyorum...)

Ve sayıyorum bu gece zaman hariç herşeyi.
Bedenimi, tenine ekliyorum.
Adımlarımı her bir saç teline.
(...Bırak dolansın saçlarına ayaklarım...)

Düşersem bile...
Yine de senin üzerine!
:)



Sen neydin sahi?

Acı mıydın?
Ayrıcalık mıydın?
Ayrılık mıydın?

Sen nesin sahi?

Kuşatmalarında yenilmek istiyorum.
Ve kazandığında;
Şehrimin anahtarlarını sana sunmak...

5 Mart 2010 Cuma


Kokun sokağıma sinsin.

Kokun odama,
yastığıma,
saçlarıma.

Adın aklıma sinsin.
Bir sisin, tüm şehre çökmesi gibi gel yerleş üstüme.
Ama ağırlığını çok hissettirme.

Bırak!
Adın aklıma sinsin.
Tadın ağzıma


Sen geldin ve lekendi yeniden tüm kelimeler!
Şimdi saçımda ki aklar bile temizleyemez. O deneyimlerin kalıntılarını.

Anlamadığım ne biliyor musun?
Hala aynı yanılgının pençesindesin.
Ayrı olsak da, aynı kalmamı mı dilemiştin? 
Ne?


Elimden tut istedim.

Bir gidişin en önemli k/anıtı gibi duran, ellerine bakarken...


Ellerin ayrılık kokuyordu. 

İçimde ki bir yer, gitmemek için ayaklarımı yalpalattırıyordu.

İki bilinmeyenli bir denklem bu.
Harflerin, rakamların başında bitiverdiği...
Şimdi artılarımız ve eksilerimiz olmadan ve uyumlaşmadan;
hiçbir rakam yetmez, bizi çözmeye tek başına değil mi?


2 Mart 2010 Salı


Parmak uçlarımdan akıtmak an / ı sana...

Sonra dudakta hoş bir gülümseme ile anmak...



Gülümseten ve çok özel anlara şahitlik yapan, 2. bir aya girmenin güzelliğinde saklıydı;

Seni Sevmek...!

1 Mart 2010 Pazartesi

Çünkü;

yasa /k/ ların kurbanı idik...!

Bazen Ophelia, bazen Hamlet olmaktı.

Ama en çok bir Shakespeare olup seni yazmaktı;

Seni sevmek...!

Ve yeri geldiğinde bir Yusuf olmaktı, kuyuya atılışıma rağmen affetmekti;

Seni sevmek...!