28 Aralık 2009 Pazartesi

"Sen gidiyorsun ve ben bir yazı yazıyorum sana dair..."

Boynumdaki nefesinle uyanır gibi oluyorum. Göz kapaklarımı yarı açarak, sana bakıp gülümsüyorum.

- "Gidiyor musun, vaktin varsa kahvaltı hazırlayayım" diyorum. Sense
- "Gerek yok tatlım, uyu sen, öğlen vakit bulursam yemeği birlikte yeriz" diyorsun.

Gülümsüyor dudaklarım hala. Gözlerimi kapatıyorum ve ufak bir vücut eğimi ile, senin yastığına burnumu dayıyorum. Kokunun verdiği huzurla hala yanımdaymışsın gibi geliyor. Arkandan bakmıyorum. Kokun benimle ya, kalkıp uğurlamıyorum...

Sen gidiyorsun... O ana dair hatırladığım tek ses, kapının kapanış sesi oluyor.

Birisi öldüğünde hani sonları düşünür ya insan. Yoo hayır ölümün genç yaşlı demeden gelip aldığını değil... Ya da haksızlık olup olmadığını veya ölümün ona yakışıp yakışmadığı da değil...

Anlatmak istediğim; o kişi ile en son neler yaptığınız, en son kelimesi... en son ne giymişti mesela? Yapmayı ertelediği bir şeyler var mıydı ve size bundan bahsetmiş miydi... Son yemeği neydi? Ya son düşüncesi ne oldu? Soruları...

Sen gidiyorsun... Ve ben şu an kapıdan asansöre kadar kaç adım attığını bile merak ediyorum. Anımsıyorum da; ilk tanıştığımız zamanlar, koluna girdiğimde yürüyüşümüzü birbirimize uydurmaya çalışırdık. Senin adımların benim bir buçuk adımım gibiydi. Ve ben yarı koşar halde, hala kolumda kolunu hissedebilmek için çabalardım sana uyum sağlamayı. Başarmıştık değil mi?Aynı adımlarla kaldırımlarda yürümeyi...

Sen gidiyorsun... Ben uyanıyorum... Ufak bir "akşama ne pişirsem" sorusuna hemen "sulu köfte" diye ses veriyor içim. En sevdiğin şekilde yapıyorum sulu köfteyi. Az suyla, biraz patates ve köfteleri çok karabiberli... "Öğlen çıkarız belki" dediğin aklıma geliyor. Olsun diyorum içimden, akşama hazır olur en azından, tasası kalmaz.

Sen gidiyorsun ve geri dönmüyorsun...
Keşke diyorum. Keşke bir gün öncesinden yapsaydım şu yemeği... Sen ne çok severdin... Peki sen son ne yedin, yoksa bir çay mıydı boğazından geçen? Belki de suydu. Çok severdin zaten su içmeyi.

Sen gidiyorsun ve ben şuan sonları düşünüyorum... Söylemek istediğim her şeyi söylemişim sana. Sevgimi, özlemimi, kızgınlıklarımı, başarılarındaki övgülerimi...

Son telefon konuşmamız ayın 14 ünde oluyor.
Son gömleğin mavi çizgili,
Son kez öptüğüm yer göğsündü bedeninde... başım göğsündeydi uykuya dalmadan önce.
Son kez seni güldürdüğüm konu neydi sahi? Dur bakayım, topuğumun kırıldığı ve benim elimde ayakkabın teki ile koridorda kalakalışımdaki şaşkınlığım mı? Birde, salondaki koltuğun yerini değiştirirken verdiğim mücadeleye gülmüştün, taklidimi yaparak... Ne güzel gülerdin. Gözlerinle ve yüreğinle gülerdin...
Son kez koklayışın...
Son kez gözlerim yarı açık sana bakışım...
Son kelimen...
Son... son... son...

Bir son nasıl anlatılır? Bir son nedir? Ölüm bir son mudur?
Ya sensizlik? Açıklaması uzun sürer mi? Ve ben yeterince açıklayabilir miyim sensizliği?
Yatağın sağ tarafına hiç yatamayışımı.
O günkü olayları, şaşkınlıklarımı paylaşamayışımı.
Sulu köftenin ve mantının hayatımda asla bir daha pişirilmeyecek listesine girmesi mi sensizlik?

Biliyor musun aşkım, o günden sonra kirli çamaşırları bile kokladığımı biliyorum. Bir banyoda kaç saat geçirilebilir sence? Birileri beni orada bulana dek kıpırdamayışım. Kapıyı çilingirle açtırmak zorunda kalışları ailenin... Annenin suratına baktığımda, senin gidişinden çok bana acıdığını gördüm biliyor musun... İlk defa bana öyle sıcak ve yavrusuymuşum gibi baktı... Bunun için sonları yaşamamız mı gerekiyordu??? Hayır isyan değil içimdeki. Ölüm hakkındaki düşüncelerimi biliyorsun sen. Ama yaşamındaki sonlarla avutuyorum kendimi... Bilmiyorum... Eşyalarını toplamayı ret ediyorum. Kirli sepetindeki çamaşırları yıkamıyordum elimden zorla almasalar. Onlar kirli değildi ki... Onlar sen kokuyordu. Gömleklerini ütülemek bile ne büyük keyifmiş Tanrım...

Sen gidiyorsun... O günden geriye kalanları düşünüyorum... Kalan... Artık kalanlarla yetiniyorum işte. Sancılı saatler, insanların beni tek başıma bırakmama telaşları... Psikologlarda saatler geçirme... Geçire geçire geçirilen saatler...

Sen gidiyorsun... Senden kalanları veriyorlar bana bir poşetin içine konulmuş. Bak bir kalan daha işte... şaka gibi dimi... Değil... Cep telefonun, paçalarından ceplerine dek kesilmiş kan damlarının olduğu krem pantolonun, bozuk paraların, cüzdanın... Son kez elimi poşete atıyorum... Evimizin anahtarları çıkıyor... Biz bir daha asla bir aile olamayışımızın gerçeğini de peşinden sürükleyerek...

Sen gidiyorsun ama düzeliniyor!! Hayata kazandırılıyorsun. Kalanları dolduracak "şey" ler yaratmayı öğreniyorsun. Artık eşyaların yerini değiştirebilecek gücümün olduğunu keşfettim bak. Meğer nazım hep sanaymış. Arabanın muayenesini bile kendim yaptırdım geçtiğimiz günlerde. Misafir geliyor ve artık senin koltuğuna oturduklarında ani bir refleks ile ayağa fırlamıyorum mesela. Arda ile tayfun uğradı geçenlerde iş yerime, Eskileri konuşup gülümsettiler beni. Eskiler... ve yeniler... Seninle ilgili anılarım bile eskimedi sevgilim. Bazen aynı hikayeyi anlatırken buldum yine kendimi. Alıştılar çevremdekiler de sanırım. Birde yeniden gülümsediğimi gördüklerinde, bende seviniyorum. Güçlü kızsın diyorum hep kendime. Uykularım çok düzenli mesela. İlaç kullanmayı ret ettiğim için uzunca bir müddet bununla boğuşsam da, her şey gün geçtikçe yerine oturuyor...

Sen gidiyorsun... Karnımdaki bebeğim de seninle birlikte gidiyor sanki... Doğmamış çocuğumuza üzülüyorum... Güle güle bebeğim diyorum... Babanla birlikte seni varmışçasına seviyoruz...

Sen gidiyorsun... Ben boşluk doldurmaca oyununa bir son vermeyi zamanla yaşama uyumu öğreniyorum. Seni mutlu edebildiğimi düşünüyorum en azından. İçim rahat sevgilim.

Tek bildiğim seni çok özlüyorum...

Seni seviyorum.

Sen gidiyorsun ve ben bir yazı yazıyorum sana dair...


~~~~~~

En sevdiğim yazılarımdan bir tanesi...
Güzel bir SON yazısı...
Su izlerine de yakışır diye düşündüm...
Başka bir blog ve mail adresi alan... Elinden geldiğince artık orada yazacak olan. Ve buna dair mümkünse sormayın bişiyler diyen Efsa...
Hazır olduğumda dönerim bilirsiniz...
Sevgi ile kalın...
Efsa dan sıkıldım.

Yeni bir mail, yeni bir isim, yeni bir blog adresi...

Geçmişten bir elin parmaklarından da az kişi...

Tek istediğim bu.

Artık ne su izlerine, ne de efsaya yazmak beni doyurmuyor, bıkkınlık hali geldi üzerime.

Silmeye kıyamayacak kadar kıymetli sözcükler şimdilik.

Güzel kalsın herkes...

Ara ara gelirim...
Aşk bugün 4 harfli... Adım gibi... Benim gibi...


"anne"

27 Aralık 2009 Pazar

Aramızda ki garip bir sevgiydi. Birbirimize lazım degildik... Çare de degildik... Devan olamazdim, beni avutacak yurek yoktu sende. Ama yine de ne tam nede yarim kaldık. Garip geliyor. Seni unutmak. Ne öfke, ne özlen. Ne merak, ne ask. Bombosum ve canım sıkılmaya başladı.
adımın anlami gibiydi, gozlerimin rengi...

25 Aralık 2009 Cuma

Yenilmiş bir ordu gibi kaçıyorsam senden,
Dudaklarının karşısında kaçıyorsam bağışla.
Bir yangını başlatacak kibrit olmaktan...
Olmandan korkuyorum.
Kendi mırıldanışım bile kulaklarımı sağırlaştırıyor...

Hadi bir ladese tutuşalım.

"DAHA ÇOK ACI ÇEKEN KAZANSIN"

Anlarsında beni...

Anlayamazsın kokusunu hüznümün...

Benim masalımda senin krallığına yer olmadığını bilsem de, çok tatlı bir prens olduğun için, hala kendine yer açıyorsun ya, bayılıyorum. :)
Hayatımda, tamamlanması gereken bir eksiklikten ziyade...
 Eksikliğini hissettireceklerini fark edip, senden vazgeçtim.

Şöyle karşılıklı oturup, bakışlarımızla dokunsak birbirimize bir müddet...
Merak etme canım. Amaç yol bulmaksa; ben yolumu damardan da bulurum.
Her adımı anışında,
 Ben daha çok batırdım tırnaklarımı,
Kendi avuçlarıma..

24 Aralık 2009 Perşembe

Bulutlara yakın bir yüksekliğe...
Her seferinde daha yükseğe tırmanmalıyım...
Kendimi atınca,
Yaşama şansım olmadan ölmeliyim.
Parçalanmalı,
Zerre denilen neymiş göstermeliyim herkese...

İşte aşk benim için böyle bir şey...
Sevince böyle sevmeli(sin)yim.
Yüksekten atlar gibi.
Her şeyinle, her hücrenle, öleceğini bilerek...


Şu an siman belirsiz, boyun, huyun, ailen, seni tanımıyorum...
Etiketliyorum tüm yazılarımı senin için. Ufak bir karşılama hediyesi belkide kendimce...
Bekliyorum... Sabırsızlanarak, umarak boş vererek, yazarak, bekleyerek...

Ama şu an şunu yaşamak isterdim seninle.
Tam şu an...
Daha fazla vakit kaybetmeden, oyalanmadan.

Her nerede isen dilerim çabuk gelirsin...
Yanımda varlığını hissetmeye ihtiyacım var.


Gel artık... 
Her nefeste aşkı çekelim içimize...  

23 Aralık 2009 Çarşamba

Ben senin yanında, musluktan deliğe akan bir su damlası gibi kalakaldığım anları biliyorum. Bana sakın zamanın değerini falan anlatmaya kalkma.

Akmayı da, damlamayı da, elinden kaymayı da, yok olmayı da çok iyi bilirim. Dilersem damlamadan da kalabilirim. Hepsi benim seçimim.
Hıçkırık misali bir sen tuttu içimde...
Nefesimi tutsam geçer misin?
Yoksa gerçekten nefesimi keser misin?
İçimdesin hissediyorum.
Kan gibisin, kanım gibisin.
Damarlarımda akışını, derimin altından kayışını, hücrelerimde dansedişini hissediyorum.
İçimde olduğunu bilmek çok güzel...

Hep içimde kal sevgili.
Seni seviyorum.

22 Aralık 2009 Salı

Hiistt...
Once usul usul dokunacağım sana.
Sonra kuytularında kaybolacağım.
Soluk borunda benim nefesim fink atacak.
 Bu gece çok serseri bir kız olacağım...

Kulak zarını tekmelemek istiyorum.
Omurlarında zıplamak.
Kalbinden birazcık çalmak.

Korkma beni unutmaman için beynine dokunmayacağım.
Bu gece uslu kız olacağım...

Rahmine bile dokunmam soz.
Daha cocuklarinin annesi olacağım.

Ve bedenim cocuklarımızın mezarlığı...

Keşke sırtımı, başımı, saçlarımı, tenimi, nefesimi, ellerimi yaslayacak kadar

güvenebilseydim birine...

Hiç keşkem kalmasa da, "keşke" diyebildiğim anlardayım şu aralar...
Kemanın telleri birbirine değiyor ne zamandır...
Arada akort etmeye ihtiyaç duyuyorum kendimi...
Başkaları bulmadan, kendi hatalı noktalarımı arıyorum.
Bu aralar akort edilmeye ihtiyacım var...
Belki;
Biraz daha sola çevrilmeye...

Yaslamalı birisi başını bana.
ve ben demeden anlamalı ne kadar çevrileceğimi...
yormamalı,
germemeli yaylarımı...
Çocuk oyuncağı gibi kendine göre de ayarlamamalı seslerimi
En güzeli olmalıyım seslerin...

Bugün sesim hüzünlü çıkmalı,
Yarın neşeli.

Bu aralar akort edilmeye ihtiyacım var...
Kendi sesimi en doğru notada bulmak için.
Kendime güzel gelse de sesim, dışarıdan farklı duyulduğunu keşfettim.
Anlaşılamadığımı anladığımda kendimde kusur arıyorum ben.
Biraz sağ, iki kere sola çevir beni.


Sonra...


Kapat gözlerini... Ve çal beni...
Önceden başkalarını yutup, kustuğumu düşünürdüm...
Sonra kendimi yiyip bitirip kustuğumu farkettim.
Bunun sonu nereye dek gidecek bilemiyorum.

Ağzımda kendi tadım...
Damağımda kalmıyor bir zamandır.

21 Aralık 2009 Pazartesi


Ben bir anneyim.
Oluşturmayı ,
Büyütmeyi,
Doğurmayı,
Öldürmeyi,
Çok erken öğrendim...

Ve bir kadın olarak;
Onun sevgisini içimde oluşturmayı,
Büyütmeyi
Doğurmayı,
öğrendim...

Yaptığım tek şey onu bile bile düşürmekti.
Gayet kayda değer bir biçimde bilinçli bir tüketiciyim, üzerime laf söyletmem.







Sen dokundun.
Ben tükürdüm.

Üzerimde parmak izlerin kaldı.
Üzerinde...


Senin için hiç gözyaşı dökmediğimi söylemiştim değil mi?
Ağlayamadıkça ellerim kasıklarıma gitti.
Dokundukça,
Sadece hırsımdan ağladım.
........................


..........Gözlerimden değil......
.............Sözlerimden, kasıklarımdan ağladım ben senin için.......

Ben büyüdüm...
Kapı kenarlarına atılan boy çentiklerini arttırdı babam.
Dolaptaki kıyafetlerimin altına serilen gazeteler eskidi. Geçmişimize bir yabancıya bakar gibi baktım, sonradan elime aldığımda.
Duvarların üzerinde yürümeye utanır oldum.
Çat patları unuttum.

Büyüdüm...
Ayakkabı numaram değişti.
Ekmek almaya yiğenimi gönderir oldular.
Düşünce kanayan dizime aldırmadan koşmayı unuttum.
Canım acıdığında, garip bir cesaretsizlikle durmayı öğrendim. 

Neden bazı şeyler için küçük, bazı şeyler için büyük olduğumu anladım!

Lütfen daha fazla oynama bu aşkın alıcıları ile. Zaten belli belirsiz çekiyor.  Ondan da olmayayım mümkünse.

18 Aralık 2009 Cuma


Acılarım, sen öpünce de geçmedi malesef.

17 Aralık 2009 Perşembe


Bir camın üzerine üfleyip, buğusu ile adını yazarsın ya...
Bunu senin teninde uygulamak istiyorum ben.

Tenine üfleyip, parmaklarımla adımı yazmak...
Bulmacam bitti.
Beynimi kemiren kuşkularda!
Sorularda!

Cladius' a işlediği cinayeti, sahneleten Hamlet gibiyim.
Oluşmasına izin verdiğin eserini ve bedellerini sana izletim.
Bitti.
:)
Şimdi yolum açık olsun...

16 Aralık 2009 Çarşamba


Beni hatırla, içine girdiğin her kadında!
Satın alırken büyük geleceğini zannederken, bir beden küçük gelen bir elbise gibiydin!

15 Aralık 2009 Salı

"bulutlardan bir sandalye çek otur yanıbaşıma,
yağmurlardan bir bardak su bulacaksın,
seni bekleyen"



* Masa ve gökyüzü metaforu
Aynı dakikalar
Sen havalimanının gidiş kapısından giriyorsun...
Ben geliş kapısından...
Ellerimizde telefon, denk gelmesekde birbirimizin sesi ile doymaya çalışıyoruz...
Ve bu bizim hikayemizin tek gerçek olacak yanı...
Birbirimize hep geç kalıyoruz.
Sen gelince ben, ben gidince sen... 


Ocak
Belirsizlik...
Canım mı yandı ne?
Gülümseme,
İçime bir tohum kaçtı galiba :))


Şubat
Tohumun ucu göründü.
Diş çıkaracak çocuklar gibiyim...
Hafif bir sızı, heyecan. Görünen o boşluk dolacak sonunda!




Mart
Tekrar birisine güvenmek,
Yeniden hissedebilmek,
Yeni yıl dileklerim kabul mu oluyor ne?




Nisan
Bahar..
Havada buram buram aşk kokusu var
Bu çıkıntılar dallarım mı?
Yeşeniyormuyum ne?




Mayıs
Güzelliğin(d)im
O kırılan benim dalımdı,
Ben...
Cennetin ağacıydım.
Kıydın...




Haziran
Aşk sende asılı...
Sarı odalarda yaşandı...
Aşk elimi tutmanda değil, en son havalimanında bana sımsıkı sarılmanda saklıydı...




Temmuz
Biz güzeliz...
Biz güzeliz...
Biz güzeldik...
Bilmeden dallarımı ne kadar kırdığını görmüyor musun?


Ağustos
Kendimi kıyılarına vurdum...
Ateştin, suydum.
Buhar oldum...
Masallar yazdım,
Özledim...
Seninle olamam, ama sensiz de yapamam...



Eylül
Umursamazlık öğrenilen bir şeymiş ve can acıtmak güzelmiş...
Sabrına teşekkürler, tüm iğnelemelerimi çekiyorsun
Ama kanasın dudakların arzudan...


Ekim
Sana mektuplar yazmak.
Seni yazmayı sevmek 
İstanbul...
Seni görmemeyi tercih etmek!
Canını acıtmak...


Kasım
Senden kaçtıkça sana tutulmak
Sana yeniden inanmak
Seni yeniden görmemek
Yeniden aşık olmak.
Bu kez farklı olabilir deyişin, inanışlar
Ama aynı hataların!!!
Bu kez yeterlerim!!!


Aralık
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim. Yüreğimde bir çocuk, cebimde bir rovelver...
Bu aşk burada biter. İyi günler Sevgilim...Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider...

 
Sıkı tembihlerle evimizin önünde oynayan,




ama bilerek topunu




hep senin oynadığın alana kaçıran



 
bir çocuk gibiyim.


 
Sürekli yanında olmak istiyorum.


 
(:



Uzun süren bir antibiyotik tedavisi gibi, senden kaçtıkça sana bağışıklık kazanmak.

Ne garip bir iğneye ihtiyacım varmış... Kendi iğnem yetermiş oysa ki, kendimi tedavi etmeye...

14 Aralık 2009 Pazartesi

Benim sorunum neydi biliyor musun? Seni yaşamaktan çok yazmayı tercih etmiş olmam. Yoksa sende biliyorsun elime bu fırsat-ları çnk defa verdin/verdim.

12 Aralık 2009 Cumartesi

Beni için bir kez olsun bir şey yap lütfen,Tüm soğukluğunu üfle ve ardından bulutları rendele. Başımdan aşağı karlar yağsın... Şarkıda ki gibi, konsun dilimin ucuna. Ama senin ağzında eritelim. Sinek valesi ve kupa kızı olalım.

11 Aralık 2009 Cuma

Kapılardan döndürüp gitme dediğin kadınlar kadar, farklı kimliklere büründüm senin için.
Söyle kaç yıl geçti sıfatında ki bu maskeyi oluşturalı? Kaç yılına mal oldu, kaç yıl harcadın?
senden korkmuyorum. Içimde hala bir çocuğun dürüstlüğünü, gözükaralığını ve korkusuzluğunu tasıyorum ben! Ama şunu da unutmamak lazım sen emeklerken ben dönüyordum. :)

Gitgide yabancılaşacağız birbirimize Sevgili
  Sakin ve sessizce 
Kokularımıza
Konuşmalarımıza

Unutacağız dokunuşlarımızı
Bu atışmalar, bu hırslar bitecek
Geride bizden kalan yada kalmış olan hiçbir şey olmayacak
Sen ve ben olacağız
Son defa bakışıp neredeyiz göremeyeceğiz

Sen hiç Paul Geraldy' nin Finalini hiç okudun mu sevgili?
Biz onu bile yaşayamadan ölüp gideceğiz işte
Başka kimliklerde, başka hayatlara bürüneceğiz
Bitecek!

Öyle olamayacağız işte
Sen hiç o adam kadar yumuşak ruhlu olmayacaksın mesela
Hoyrat ve yıpratıcılığınla kalacaksın.
(Oysa ben senin zorluğunu bile çok sevmiştim sevgili)

İnsanlar seçimleri ile yaşarlar değil mi?
Sen seçimini yalnızlıktan yana kullandın, dilerim bununla doyarsın
Ben seçimimi yeter artıklardan kullandım
ve mutlu
 ama en önemlisi huzurlu olacağım
Ben bu aşk için elimden geleni hep yaptım

Rahat çürü kendi kazdığın mezarında Sevgili...


Anımsadıkça artık adını;
ağzımın içini acıtıyordun!

Hatırladıkça umursamazlığını,
canımı yakıyordun!

Varoldukça varlığın,
Kendi canımı yakıyordum!

Kusmak istiyorum içime bıraktıklarını...!

10 Aralık 2009 Perşembe


Bazen birisini tutup omuzlarından hırsla, sarsarak sevesi gelir ya insanın...

Seni de öyle içime sokmak istiyorum.

Artık tırnaklarımın arasında kendi etim kalmasın!

Mabetlerinde tapınmaya geldim...

Kabul et sunduklarımı!

9 Aralık 2009 Çarşamba

Öncesi, sonrası, sebebi, mazereti yok. Seni istiyorum.
bir yastıktır sana kalan çoğu zaman. Sen anca ona sarılır yatarsın. Ne yazık... Yalnızsın. :)

Mektuplar / Gidişin

Merhaba sevgili...
Şimdi "Nasılsın" diye çocukca bir giriş yapsam sana, ne değişir ki?
Sonuçta yüzeysel olarak nasıl olduğunu, benden uzakta neler yaptığını hep bildim... Bilirsin birşeyleri kurcalamayı hep sevmişimdir. Sevdiğim çok şey var aslında... Ama artık bütün herşey anlarda asılı kalıyor. Tek söyleyebileceğim, sen unutulmuyorsun!

Şu anda beni merak etmeni isterdim mesela... Sormanı, aramanı... 
Ben... İyiyim işte, herşey bildiğin gibi hayatımda. Havalar da güzel bu sıralar... Sonbahar ya! Her yer sarı, her yer kırmızı, bakışlar sepya...
Ne güzel olurdu, bir sonbahar günü öpüşmek seninle yağmurda. (Keşke yine öpebilsen beni. Saçlarım yüzüme düşse ve sen çeksen...)

Son bahardı... Kaçınılmazdı... Ki kaçamadık. Döküldü tane tane yapraklarımız. Sen giderken silkelendin, ben ağlarken düştü son yaprağım. Geride kocaman bir boşluk... Yaprakların hışırtısı... (Ne garip; aslında insan alışkanlıklarının kurbanı, sevginin değil! )

Sen gittin...
Biliyor musun; aslında hiçbir şey bildiğin gibi değil hayatımda. Çok şey değişti. Çocuklara konulan isimler bile değişti bu yıl. Kıyafetler, tarzlar, hayatlar değişti. Ben değiştim. Koltuğumun rengi bile değişti. (Aslında en büyük değişimi seni sevdiğimde yaşadım ben...) Sonra sen gittin... Ve yakışmadı hiçbir kıyafet üzerime!

Sen çok özeldin, güzeldin...
Her kadının hayatında "işte çocuğumun babası bu olmalı" dediği bir adam vardır ya... Senden bir bebeğim olmalıydı benim de. Senden bir parça, bir doku, bir koku. Baktıkça seni hatırlatan. Sevginle birlikte doğan, büyüyen, benimsenen. Nasıl sevgini büyüttüysem içimde, onu da büyütmeliydim. (Sen daha gitmemeliydin sevgili... Daha değildi, o gün değildi...)

Sen gittin...
İçimdeki kadın arkandan o duruşu bozmamaya çabalarken; paçasına yaslanmış sana umutla bakan o küçük kızı yok saydın... Gittin... O kız mahsun kaldı. Artık acıtsa da kanatmıyor yokluğun...

(Sen; iki renkli bir kalemin artık yazmayan tek tarafı gibiydin... Mürekkebim bitene dek, benimle kalmaya mecburdun... Bende seni taşımaya!)

Senden sonra neler yaptığımı merak ediyorsundur?
Süzdüm işte gıdım gıdım tenime akıttıklarını, tenimde bıraktıklarını... Katılaşmış kalıntılarını soydum derimden, yüzümden, içimden.
Yapışmıştı bazıları, kanattı...
Sen hiç ellerindeki kana bakarak karşıdakine bulaştırmak istedin mi?
Ben istedim.

En son yüzün ne zaman kızardı senin?

Aramızda ki en büyük fark bu işte. Benim hala yüzüm kızarabiliyor.

Asla ders almayacaksın sen yaptıklarından...

Hayatlarımızda hangimiz daha mutlu olacak bu çok belli.
uyku allahaşkına bir uğra...

8 Aralık 2009 Salı


Parmaklarının ucunda yürür gibi,
sessiz,
sakin,
adım adım yaklaş bana.

Üzerimde tozlu birikintiler var.
Belki sen üflersen geçer.
Dostluk üzerine...

Zordur hep dost olmak değil mi?. İyi gün, kötü gün diyaloglarını da pek umursamam ben. Dostsa sırtımı dayamalıyım, düştüğümü hissettiğimde; eliyle kolumdan kavramalı. Ayakta durmamı sağlamalı sözcükleriyle.



İstediğim, beklediğim;


Çat kapı gidebilmeliyim evine. Buzdolabını açıp, ben açım diyebilmeliyim. Kıyafetlerimi değiştirebilmeliyim özgürce dolabına bakıp, üzerime bir eşortman geçirebilmeliyim. Yada o getirmeli ben evine gittiğimde. Pijamalarım hazır olmalı, bana demeli ki "bak senin sevdiğin gibi un kurabiyesi yaptım, hem cevizde var"... Telefon açmalı, "bir günde arama bee rahat bir nefes alayım" demeliyim. Hiç diyemedim...


Paylaşmalıyım özgürce herşeyimi. ama en çok o anlarımı... Yanından sıkıntıyla değil, huzurla ayrılmalıyım. Bazen hiç konuşmamalı, sadece dinlemeli. Elleri, ayakları sıkıntıyla oynamamalı. "Gideceğim" dediğinde de gidebilmeli yanımdan, ben de gitmeliyim yanından, kırılır mı diye düşünmeden.

ve ben;

Benim çevremde dost kavramıma uyan pek kimse yok. Çok sevdiğim, değer verdiğim kişiler var ama . Birincil olarak kendim dışında kimseye kolay güvenememem, göremediğim özene göre paylaşım alanlarımı daraltmam ve ihmallerim. Onların samimiyetine inanmamam, iyi-kötü maskelerini çözmek zorundaymışım gibi hissetmem.


ve onlar;


Mutluluğunu paylaşırken gözlerinde herhangi bir endişe, kıskançlık duygularının geçtiğini görürken güvenemedim. İyi günlerimin içimi karartan dostlarıydılar. Kötü günde yanımda olan. Çoğu zaman onda bile olmayan.


ve ben;

Kendi korkularımı ona yansıtıp gerçekleri söylerken ben ne kadar dost göründüm gözlerine o apayrı bir mesele... Kendi endişelerimi onlara bulaştırırken dostuk dediğim kavram bu muydu? Güzel anlarını bozacak gerçeklikleri söylerken, olayları kendi istediğim gibi şekillendirmedim mi? Sonrada geriye dönüp "ben sana demiştim" cümlesini zevkle söylemedim mi? "evet, sen haklıymışsın" diye cevap verdiklerinde ise haklı olmanın acısını duyumsamadım mı? Keşke haklı olmasaydım deyip, onlara içim acımadı mı?... Ben ne kadar dosttum?

Dost dediğin; birazda kırık, yaralı parçalarını alıp onaracak, sardığında da sımsıkı saracak sözcükleriyle.... Parçalarını yerine koyduğunda tamamlandığı hissedeceksin onunla.

11,03,2009 ilk yayım tarihi...
"İhtiyacım olduğunda...
Yan tarafıma bakıp bulamayacağımı sandığımda...
Bakmaya korktuğum da...
Boşluğa düşünce sıkıntılar içinde eski kabukları kanırtarak açtığım ve elimdeki kanlarla ne yapacağımı bilemeden dolandığım da...
Kendi kanıma baktığımda ve acı verenlere bulaştırmak isteyip, sonra bundan vazgeçen yanlarıma...
İyiliğe adım atmak isterken, inatla çirkin gösterileri izlemek zorunda bırakıldığımda...
Tüm kötü yanlarımı, düşüncelerimi kabullenip, kendimi olduğum gibi sevebilme yolumda...

Tüm korktuğum acabalarım da, olur mu larımda, masallarım da...

Hep vardın aslında. Bilinmez bir şekilde hissedip geldin yanıma ve dokunup omzuma sığındırdın doya doya. Yine her zamanki gibi bugün de, iyi ki varsın hayatımda.
Mahçup bakışlar eşlinde Efsa..."

13.10.2009




Bugün bir dostun sözcüklerinde kaybolmak istedim. Ve ona yazdığım bu yorumu gördüm... Yorumdan önce gerek sayfasında, gerekse reader üzerinden tüm yazılarını okudum...

Hani bazen başını yaslamak istersin de, bunu ne şekilde / nasıl yapacağını bilemezsin ya... Çünkü alışkın değilsindir. Dertlerinle onu da üzmek istemezsin, kendi çöpleri ona bırakmak gibi gelir bazen... İçin avaz avaz benim derdim bu diye haykırır, ama anlatamaz ya dışın... Hani oluşmuş bir saygı vardır. O saygı enller bazen samimiyeti...


Ne kadar belli ediyorum bilemiyorum ama; Seviyorum seni Kırmızı Kadın...
bazen büyük bir özgüvene sahip olmak hos birşey olmuyor.
hayatım boyunca bu adam benim olmalı dediğim tek erkeksin. Bence övünmelisin. Seni sevdiğimden, tutkumdan asla pişman olmadım ben. Seni öpmek, sana dokunmak, kızmak, laf çarpmak, kıskanmak, sevısmeyi istemek, aranmak, asık olmak, böyle el mi tutulur diye sana saydırmak, kelimelerinde kaybolmak... Hepsine değersin. Yakında 1 yıl olacak seninle samimi olalı. Iyi kötü herşey için teşekkür ederim sevgili. Sana yine kıyamadım.
hadi içimde oluşunu es geciyorum da. Ee be adam beynimden ne istiyorsun. Uyumak istiyorum sadece :(

7 Aralık 2009 Pazartesi

Bizim hiç resmimiz olmadı sevgili...

Varlığını varlığımla mühürleyemedim bir kareye...

5 Aralık 2009 Cumartesi

Küçük hayallerimi yazdığım, küçük kağıtlar kesiyorum sana. Kendimce ufak bir oyuna girişiyorum. Oyunun adı hüzün ve sen. Her gün bir kağıdı yakıyorum.

4 Aralık 2009 Cuma

Güneş gibiydin sevgili... Yüzümü sana döndürürdüm.
İçim bile apse yaptı senin yüzünden.
Öptüğün her yerim acıyor.
dokunsalar...
kopacağım sanki!

Sırf sen içten gülümse diye yaptığım herşeyi boğazıma oturttun teker teker.
Elimde bir saksı kalakaldım.
Büyüsün istemediğimden o ağaç
kurutuyorum...

Seni çok sevmiştim ben Sevgili...

Özledim...

Eve bir koşu gidip su içmeyi...
Annemin tembihlerini...
Saflığımı, küsmeyi, barışmayı,
dizimin kanamasını, kabuklarımı yolmayı...
birbirimizi korkuttuğumuz hikayeleri...

İçini perdeler ile süslediğimiz o eski, terkedilmiş minübüsü...
seksek oynamayı, saklanmayı, sobelemeyi, ebelemeyi...
babamın eve elinde ekmek ve çekmeceli çikolata ile gelişlerini...

Festival çarşısından alınmış 1 metrelik kurşun kalemimi...
Çocukça sırlarımı...
İlk kazığımı...
oyuncak tavşanımı özledim...

Haşhaş tarlasındaki resmimi...
Babamın tahtadan yaptırdığı oyuncak koltuk takımını...
abimin beni battaniye ile sarıp, sonra salıvermesi, yuvarlanmamı...
annemin babama lakap takıp, öyle seslenmesini...
babamın sakinliğini...

Yakılan sobayı, o sıcacık anları...
patatesi, kestaneyi, mandalina kabuklarını...
denize gidelim hadi diyerek yalvarmalarımı...
salçalı tostu...

peçete koleksiyonumu...
karda yuvarlatılmayı...
saçlarımın okşanmasını...
ilk öpücüğümü...
Duvarlara oturup ayak sallamayı özledim...

 



İnsanın satırları ağlar mı?
Benimki kanla karışık yağmurlu da...
Derin kesikler çakıyor gibi sayfalarımda...
Bir pasta yapıyorum...
İçine biraz senin ... harfinden koyuyorum,
Birazda ... harfinden,
Dörtlüyorum,
Seni...
Kendimi...
Bütünlüğü sağlıyorum
Biraz senden, biraz benden.
İkimizi çırpıyorum
:)
Beni öpmeye önce ellerimden başla

3 Aralık 2009 Perşembe

Gelecek olana,
Yani sana...


"Biliyormusun hiç yumuşak sevişen kadınlardan olamadım ben. Hep bir doymamazlık, hep bir yarımlık, hep aniden gidiliverecek, bitiverecekmiş gibiydi herşey...

Nolur,
Dokun bana korkmadan, telaşsız, düşüncesiz sevişmeyi öğret bana...

Sakinliğine...
Sevişmenin basitliğine ihtiyacım var..."

Bir daha asla dokunamayacağını bildiğin, bir bedeni sevmek!
Bir damla kan sızdı...
Çatladı dudaklarım su suzluğunla...


Bu şarkı son kez sana gelsin sevgili...
Kayahan / Artık ağlamam lazım

2 Aralık 2009 Çarşamba

umrumda bile değil inan. Kanın kanıma karışsın. Zorla sınırlarımı. Tuttur nefesimi.
Kokunu en çok saçlarımda bıraktın sevgili...
Sonra yüzümde...
Elimde...
Tenimde...
Ama en çok saçlarımda!
Burnuma yakın olsun diye
Savurduğumda sen kok diye
Toplamayayım diye...

Çok sevdin ve en çok kokunu saçlarımda bıraktın diye
kestirdim onları geçenlerde.
Bende sevdiğin şeylerin hepsini bedenimden söküp atmak istedim.

Suda izlerin kalsın istemedim.
Beynimden,
Kanımdan,
Organlarımdan çıkartmak hatta.

Dokunduğun her yerimi tek tek koparmak istiyorum şimdi.
Bedenimden.
Saçlarımdan,
Dudaklarımdan,
Düşüncelerimden...
Nasıl girdiysen içime,

Nasıl soktuysam seni...
Öyle git istiyorum...


Git,
Öl,
Bedenimden sökül!
Delir,
Deşil,
Çürü hatta!

Daha bugün "Bir mezarlığın kapısında bekçi olmak istiyorum, ölümünü görmek" diye yazdım..
Umdum...
Ölmeni umdum
Yok olmanı
Düşmeni kalkamamanı...
Nasıl yaktıysan canımı, canın yansın istedim

Yazıklandığım inan kendim değilim,
Sensin
Sen asla kendini törpüleyemezsin.
Böyle gelmişsin...
Yazık
Böyle de gideceksin...
Gittiğin yere kadar...

Kapsa beni !






Sar






Sarmala

1 Aralık 2009 Salı

kadın olmak: erkeklerin irade yerine idare etmelerine, inanamazlıkla bakmak.

Ellerin...
 
Hep evine ekmek götüren adam kokardı...
Bazen keşke anlamasam diyorum,
Gerçekten bildikçe
Gördükçe
Yaşadıkça tükendiğimi hissetmesem.
Umursamasam,
Konuşmasam,
Yazmasam.
Başka kimliklerde,
Efsayı aileme anlatsam, 
Bir gülümseme ardına saklanmasam,
Yorulmasam,
Kanmasam,
Bu kadar iyi niyetli,
Bu kadar güzel olmasam,
Çirkin olsam,
Kimse sevmese beni
Basit olsam,
Okumasam,
Bihaber olsam,
-sam, -sem,- se,- sa olmaya ihtiyaç duymasam diyorum ama olmuyor...

Soluğunu üfle ağzıma.

Kes nefesimi!



* Soluğu aşk kokan bir adam tanıdım.