30 Mayıs 2010 Pazar


tenin bayramlık gibi,
Bir çocuk sevinci yaratıyor bende.

28 Mayıs 2010 Cuma


Ben seni hep kardeşim gibi sevdim.
O şen şakrak gülüşünü,
Keçi gibi apollon tapınağında benim cesaret edemediğim yerlere tırmanışını,
Kafalarımız birmilyon halaylar çekişimizi, göbek atışlarımızı.
Yanında çekinmeden serdiğim sofrabezini,
Sabah kalkında gördüğüm yüzünü sevdim.

İçtenliğini,
pırıl pırıl bakışını,
Bana fal bakışındaki harfleri bile sevdim.
Senden sonra kimse falıma bakmadı benim bilesin.

Ateş böceğim, sen benim sadece dünüme, bugüne sığdıramayacağım kadar özel,
İlk kez evime çekinmeden kabul ettiğim birisin.
Senin için elimden gelenin en iyisini yapacağımı bilirsin.
Lütfen inan, herşey güzel olacak.
(yanıma geldiğinde-geldiğimde) o iç seslerinin üzerinde tepineceğim.

Geleceğimde bile var ol olur mu?


Gamzelerime bile sığdıramadığım, çoğunun hafızasında ufak bir tebessüm bıraktığım aşklar yaşadım.
Biri yanağımı sevdi, bir diğeri saçlarımı.

Evlendiğim adam ellerimi, avuçiçlerimi öperdi.
Kokumu severdi...
"Dünyada senden daha güzel kokan kimse olamaz" derdi.
Sonra tuttu başkasını sevdi.
Bezelyenin isteği dışında görüşmediğim, 3 yılda 5-6 kez gördüğüm bir adama dönüştü...

İlk kez birine yaklaşıp "biz birlikte olmalıyız" dediğim adam.  
Sokak ortasında dans ettiğim adam.
O da seneler sonra hayıflanarak gelip beni buldu parmağında ki yüzüğe aldırmadan.
Hayırları anlamadığı zamanlarda her fırsatta yineleyip durduğu bir sürü aşk sözcükleri ile...

Sonra başkası, bir başkası...

Bir taburedeki dik oturuşumu bile seven adam tanıdım.
Biri şaşkınlıklarımı sevdi, diğeri vucudumun bir noktasını.
Biri huyumu övdü, bir başkası insanlığımı.
Biri parmaklarımı tuttu, bir diğeri tutamadan.
Biri arkadaşım kaldı daha başladan.

Abim diye sevdiğim bir adam daha vardı.
Kızkardeşi ile sırlarımı paylaşırdım, 1,5 sene birlikte olduğum insanın en yakın arkadaşıydı.
En son hatırladığım; ailesinin yanında bağıra bağıra beni sevdiğini ve evlenmek istediğini haykırdığıydı.
Şu an ailesi ile görüşüp ne kendisi ile ne de kızkardeşi ile görüşmediğim...

Bir başka adam vardı. duruşumu seven.
"O kadar asil, güçlü ve gururlu duruyorsun ki, yanındaki adamın sana birkaç beden eksik geldiği izlenimini yaratıyorsun" demişti.
Ama yine evli olduğunu araştırınca öğrenmiştim. Sadistin tekiydi, bir daha hiç görmedim.
Ve hayatıma girip etki eden bir adam daha kaldı evli çıkan.
Ve evli olduğunu bilmeden aşık olduğum, ayrıldım diyerek beni kandırmış adam.
Bir daha bana bulaşırsa, karısını arayacağıma yemin ettiğim bir adam.

Evlilik atılan bir imzadan, verilen bir sözden, takılan bir yüzükten daha değerliydi.
ve Nazım yine çok doğru ama eksik kalan bir söz söylemişti:
"en fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı"
Ayrılmak isteyen tarafın ölmesi mi daha güzeldi, güzel hatırlamak için.
 Nazım Vera' yı bulduğunda ne hissetmişti? Ne hissettirmişti Piraye' ye farkında mıydı?
Ah erkekler "ne olacağını sanarak evleniyorsunuz ki?" diye mi sormalı, ne demeli bilmiyorum.
Tek bildiğim bir ilişkiyi bile bitirmeden başlamak isteyen adamlar tanıdım.
Hepsinde aynı derecede iğrendiğim, samimiyetsiz gülücükler serptiğim.


27 Mayıs 2010 Perşembe


Burnundan dudaklarına inen ter olmak istedim.
Birazda;
bir kızılderilinin siyah örgülerine saklanmak.
Şamanların ellerinde,
Brahmanların eteğine saklanmak...

Tagore kalsın mezarından şimdi!
avaz avaz bağırıyorum işte.
uyansın!
"lamba söndü"
düşümde, düşlerim düzüldü.
Düştüm,
Güveler yedi beynimi.

İçime bir liberal kaçtı.
Savunduklarını haykırıyor.
Gözleri sert esen rüzgarlardan yaşarmıyor.
Siyaha öyle bandırılmış ki; beyazlar kör edemiyor.

Çöz saçlarımın ucundaki kurdeleyi.
İçimdeki ağaç, yüzük parmağını uzatmış bekliyor,
Senin bağlayıp dilek dilemeni...

Gölgemin üzerine gölgenin düşüşünü bile sevdim.
Benden bir basamak yüksekte durup, alnımdan öpüşünü.
Başımı göğsüne dayayışımı.

Aşkımmm, yolum yoluna çıksın diye;
Havva olup Ademe sunmak için, o elmayı ben çaldım Tuba ağacından!





Ne kadar örtbas etsende,

kükremesinin ardına saklanmış bir kedi gibisin.




Bana bir yatak hazırla.
Yastıklarında, başka kadınların izleninin olmadığı...

Masallarımın yokmuş tarafında ki sevgili!
Ölmeye geliyorum çarşafına...
Ne içimden geçtin, ne hayatımdan...
Bu kadardı.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Sakallarının çıkış şeklini sevdim.
ve yüzümde hissedişlerimi.
Çenemde,
Dudaklarımda,
Burnumda.

Ellerimde,
yüzünün kokusunun kalmasını bile sevdim.

Bugün;
teninle alınan bir teyemmüm diliyorum kendime...
Şu aralar cevaplarından korkmadığım ama nedense sormak istemediğim sorularla dopdoluyum!


25 Mayıs 2010 Salı

gelme peşimden!
bir halay zamanı çekilen mendil bile olamam ben.
ellerinden kayar giderim.



Ben kasım kızıyım sevgili,
Baharların hep sonunu yaşarım.
En çok bu yüzden
 sana güneşi veremem mesela,
Sana maviyi, yeşili yeniden veremem.
Renklerim fludur benim,
Bakışlarım sepya

Senden vazgeçmek, kendimden vazgeçmek sevgili.
Kendimden geçemem...

 

24 Mayıs 2010 Pazartesi


"Üzülme..."
der Mevlana ve devam eder;
"Bir yandan korku bir yandan ümidin varsa iki kanatlı olursun,
Tek kanatla uçulmaz zaten.
Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil,
Kilimin tozunu almaktır.
Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır.
Niye kederlenirsin?
Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz.
Yüzük ol...mak dileyen taş, ezilmeyi, yontulmayı göze almalıdır.
Bir sırrı ne kadar içinde saklarsan o kadar derinleşir.
Aşka yanmalı, Can dediğin...
Ya canın olmalı; Ya da,canını almalı...
Yar diyemezsin ki herkese, İçindeki yaran olmalı...
Herkesin de bir yüreği vardır amma,
Yürek dediğin de, Bir Aşka yanmalı.."

Ne kadar güzel değil mi?

Mektuplar / Kelimeler Üzerindeki Toz Zerrecikleri

Merhaba Sevgili,

Uzun zaman oldu sana yazmayalı değil mi?
Evet, gerçekten çok olmuş. Hatta yeri gelmiş bende bile tozlanmış bazı anılar. Zamanında kirlenmesinler diye çabaladığın iletişimin eksildiğini oturup tarttığında ve bu sonuçtan fazlası ile yorulmuş bir şekilde çıkınca anlarsın ya...

Tek taraflı mücadeleler bile bir yere kadar veriliyormuş. İçinden çıkan, aklından da çıkarmış...
Elbette bunca zamandır olmayışıma mazeretler üretmiyorum.

Emin olduğum tek şey! "Seni yaşamaktan ziyade, yazmayı tercih eden bir benliğimin oluşu idi".

Ama ya sen? Birkaç hafta önce yapmaya çalıştığın neydi sahi? Kürkçü dükkanı gibi hissettirdiğinin farkında mıydın? Hani köprünün altından çok sular aktığını kanıtlarcasına bir geç kalmışlık hissi yaşamadığına eminim. Ama akmıştı sevgili.

Biliyor musun? Aslında senin yokluğun, varlığından daha güzel bundan emin olabilirsin. Ömründe bir kez olsun bu duyguyu yaşayabilmeni isterdim mesela. Sahi öyle bir şey olsa kendi yokluğuna ne yazardın? Gerçi kızardın bu duruma, benim olmalı tavırlarıyla. O kadar sabırlı bir insan değilsin çünkü. Ben de senin kadar geniş.

Ben zaaflıydım.
Sen kusurluydun sevgili.
Keşke senin kadar kusurlu olsabilse idi sevgim de...

Geçtiğimiz yıllarda ihtimallerin arasında dolanırken ve umudun hala benimle olduğu anların hepsinde; sana kızıp - bağırmak, elimden gelen ne varsa ardıma koymak istemediğim geçmişimde; bana yazdığın tüm o güzel cümlelerin üzerinde oluşmuş tozlarını, balkondan aşağıya silkeleyip sokaktan geçenleri bile kirletmek istedim. Görmeliydi herkes, bu kayıtsızlığını. Söylediğin tüm sözcüklerinin artık umurunda olmadığını bilmek, kendimi en kötüsüne hazırlamama yol açıyordu. Ve ben buna katlanamıyordum.

Yokluğunda hayatımı anlamlaracak şeyler bulmayı denerken; şimdi, ucundan tutarak kaldırdığım ve altına itelenecek tek bir harf kalmadı bile içimde.
Ben seninle birlikte sayılan 7. basamaktan ibarettim sadece... Bırak rakamları alfabe de bile...!

22 Mayıs 2010 Cumartesi

ne garip,
Aşkımın bir noktası yok.
Benim kaderim sende virgüllerle yazılmış!

Yine de hiçbir kelime yetmez seninle olan hikayemi mutlu sonla bitirmeye.


21 Mayıs 2010 Cuma

Masumiyetimi seninle boyuyorum.
Kimse dilemesin diye tüm dilek zamanlarında seni diliyorum. 
Perşembe akşamlarım sana ayrılık.
Surelerin sonunda seni üflüyorum.
Avcumda tutarmış gibi, hayallerime yüz sürüyorum.
Ah şu içimdeki su,
Keşke arındırabilse yüreğini.
Keşke kaldırabilse dibe gömülmüş hayallerimi





"Bir otel odasında ki kullanılmayan çekmece gibi. Sadece ihtiyaç oldukça kulpuna dokunulan..."

Fazla mı ezik geldi?
Değil. 
Yanlış iliklenmiş bir düğmeden daha geç kalınmış olmadığı için ezik değil!


20 Mayıs 2010 Perşembe


Susuyorsun... 
Susuyorum... 
En iyi bildiğim şeyi yapıyoruz aslında ikimizde...

Biliyorsun...
Biliyorum...
Bilerek susmak bazen bildiğin şeyleri söylemekten daha acı verir insana..!
 
 
* ilk yayım tarihi 2008

Mektuplar / Hatırlananlar


Bana bir o kadar yakın ve bir o kadar da uzaktın ki, bunu anlamakta zorlanıyordum. Soluduğum havayı ellerimle dövmeye benziyordu bu. Oysa ben iz bırakmak istiyordum tüm kadınlığımla. Tutkuyu kullanarak yazan parmaklarımı kırıp, ikiye bölen olarak değil!


Ne çok isterdim kendine ördüğün duvarların tuğladan olmasını. Dokunduğumda yıkılmasını. Oysa senin duvarların tahtadandı sevgili. Depremlerimden sapasağlam çıkışına sinirleniyordum. Esnek, kırılmaz, çatlamaz… Hani demiştim ya kendimi suya benzetiyorum diye. İşte benim sende çok fazla yaş tahtaya basışımın nedeni. Ne üfleyince, ne dokununca, ne de bastırınca yıkıldın. Bir tek ayağımı çektiğim an benden uzaklaştın.

İstediğim ki şevkini kabartayım, öfkeni değil!!

Aklımda o kadar çok düşünce, o kadar çok sahne var ki. Hepsi saçma bir sıralamaya bürünmüş haldeler. Üstelik eskisi kadar önemsemediğim ve gerçekte olmanı istediğim hayale en yakın örnek sen bile farklı geliyorsun gözüme. Bir noktada sana hissettiğim (tam olarak sevgi diyemediğim) duyguyu hatırlamayı seviyorum. Yaşlı insanların eskileri anımsayıp yüzlerinde hoş bir gülümseme yaratması gibi bir şey, bu hissettiklerim. Geçmişe dönmeyi seviyorum. Şu anda ki hislerimle karşılaştırmayı. Meğer güzel anımsanacak ne çok duygum varmış...

Hani demiştin ya bir gün "sen ne kadar sevildiğini anlamayacak kadar salaksın" diye. O an idrak edememiş, telefonun diğer ucunda kitlenmiştim. Birşeyler çıkamamıştı ağzımdan. Keşke gerçekten sana inanabilseydim. Keşke sende birazcık daha üsteleyebilseydin. Hani insanların pişmanlıkla söylediği keşkelerden biri değil bu. Sadece bir parça merak fazlalığı. Yoksa değişen bir şey olamayacağını, uzun ayrılıkları bu ilişkinin kaldıramayacağını bir şekilde biliyordum.

Şimdi düşünüyorum da birbirimizi sevme biçimlerimiz ne kadar da farklıymış.

Biliyorsun, seni hiçbir şey suçlamıyorum, "bir neden" de aramıyorum artık olmayışlarına. Bazı şeylerin açıklaması yok. Mazereti yok. Öğreniyorsun zamanla. Sadece olmuyor bazen. Bazen bazı şeyleri oturtamıyorsun. Hayatımdaki tüm “O” ları sıfırlıyorum şimdi. Başta üzerimdeki mülkiyetini kaldıracağım. İçimdeki seni seven tüm kimliklerimle birlik olup, meşrutiyeti ilan edeceğim yeniden.

Seninle bende böyleydik işte.
Ne aynı adımları atabildik. Ne de öne çıkışlarla birbirimize yakınlaşabildik.
Hoş kal sevgili,
Şimdi bir devrim zamanı, geleceğe bir tarih atıyorum.



Büyük konuşmamak adına,
çoğu cümleye küçük harflerle başlıyorum.
Ortalıyorum tüm kelimelerimi.
Zaten ne yöne çeksem, iki ucu...

Noktalıyorum son hecenin ardını.
Asaf ne de güzel söylemiş diyorum.
Altına imzamı atarımda her bir sözcüğün, bir kaşe bulamadım beni tamamlayacak.
O olmadan hükümsüzüm, ilanlarda bile yerim olmayacak.
Sende yasal mevzuatlara takılmış bir dilekçe gibiyim.
Kıyında köşende yedekliyim.

Ne garip!
Her cümlemi sonlandırıyorumda; yeni gündeki paragrafa, yine seninle başlıyorum.

İnsanın vücuduna bir kez girince çıkmayan virüslerden birisin sende.
Ağzımdaki apse gibisin.
İlaçların faydasızlığı yüzüme tokat gibi yapışıyor.

Hafif marazlıyım bilirsin, ilaç içsem burnum kanıyor.
Her seferinde sana kanışıma ek...

Masal / O Adam


Adam…
Beklenmeyen misafirlerin özlemiyle dopdolu günlerden birinde; kapılarını zorlamıştı. Açmayacaktı, delikten baktığı insanı tanımıyordu. Tamamen yabancıydı... Adam ismini seslendi, benim dedi, İşte o an tanıdık bir şey hissetti masaldaki kız kalbinde. Her gün kağıt üzerinde gördüğü bir ismi mırıldandı dudaklarında sessizce. Masaldaki adam yüzünü de göstermişti yine o gün.

Hafifçe araladığı kız kapıyı...
Şaşkındı, ürkekçe uzattı ellerini. Bu arada kızın savunma içgüdüsünü kullandığı söylemleriyle yılmadı adam, sürekli konuştu... Susmadı adam, kadının suskunluklarına inat... Kapıları açtı sonunda kız korkusunu yenerek. Konuğunu ağırlayacak kadar güçlü hissediyordu kendini artık. Girmeyi başardı adam, ellerini uzattı adam, tuttu kız...

- "hoş geldin" dedi kibarca. Gerçekten de ne hoş geldiğini düşünüyordu o an. Karşısındaki adam gülümsüyordu, sürekli gülüyordu, kız mutlu olduğunu düşündü; bu konuşkan, heyecanlı, sürekli gülen adam içini kıpırdatmıştı. Adamında kendi içinde mutlu olduğuna sevindi.

En güzel şekilde ağırlamak istemişti bu konuğunu, ama bilsin de istiyordu onun günlük yaşantısını. Ortalığı toplamaya lüzum görmedi; bıraktı biraz dağınık kalsın. Adam o halleriyle sevsin istedi kendisini. Ama adam daha büyük hayallerle girmişti o eve; beklediği gibi olmamıştı, daha farklı bir yaşamdı kızda ki, gördüklerini bilmek istemedi. Aslında sevdiği çok şey de bulmuştu onda, sevmediklerinden de fazla. Ama az da olsa sevmediklerinin ağırlığı, sevdiklerine üstünlük tasladılar. Bunlarla başa çıkamayacağını düşündü belki de. İlk kez bir erkeğin telefonda çaresizce ağlamalarını dinlemişti.

Düşünmeyi seçti adam... Düşündükçe kızdı... Kızgınlıkları ile baş başa kalmak istedi, kızgınlıklarını kıza kusmak istedi... Kız kırıldı, incindi ama vazgeçmemişti. Yapabileceği her şeyi yaptı, hatta ilk defa bir şeyin mücadelesini verdiğini hissetti. Kız sadece iyi ağırlamak istemişti, olmadı. Gitmeyi seçti adam günün birinde, engel olmak isteyen kıza inat. Kız çok denedi, gitmesin istedi, ama kaybetti. Çünkü her defasında ret edilmişti.

Adamın mesajını gördü, özenle seçmişti kelimeleri adam. Ona melek gibiydin demişti, suçlama demişti, özür dilemişti, başladığı gibi güzel bitmeliydi adam için, gitmeyi seçmişti...
Adam için doğru olan bitmesiydi, kız için yanlış... Bitmişti...

Dün adamın başka birini merak ettiğini gördü kız, onu araştırmıştı. Bu bile yeterdi kıza vazgeçmesi için. Adam hiç bilemeyecekti ne çok sevildiğini, bir daha söylemeyecekti kız. Bir daha onunla ilgili dizeler dolaşmayacaktı şu sayfa da. Vazgeçmeyecekti elbet, ama savaşmayacaktı artık. Çünkü anladı ki ne kadar giderse o kadar kaybediyordu kendini... Adamı...

Neden kapısını çaldığını merak etti adamın, keşke daha güçlü olsaydı dedi. Kendisi gibi beklentisiz yaklaşabilseydi. Aynı havayı solumayacakları, aynı evin kapısından giremeyecekleri, aynı toprağı elleyemeyecekleri, öpüşmeyecekleri düşüncesini oluşturmuştu artık adam onda.
Vazgeçmişti başında adam... Sağırdı adam, dilsizdi, kördü, umursamazdı, kabullenemezdi içindekilerle yaşamayı... Üzgündü kız, kızgındı aslında, şu an iyi değildi, ama olacaktı, çünkü artık güçlüydü. İnsanlara güvenini yeniden kazanmıştı, sevgiyi kazanmıştı, Karşısında ki vermediyse o onun düşüncesizliği idi, onun kaybedeceği bişiy yoktu, elinden gelenin en iyisini yapmıştı, belki son bir şey daha kalmıştı, onu da yapınca vicdanı rahat olacaktı.

Kapattı kapıyı giderken adam. Kız arkasından açık bırakmıştı oysaki... Aralıktı kapı, isterse dönsün diye. Döner gibi oldu adam, ama eşikten girecek cesareti bulamadı yeniden, sil baştan yaşadılar ayrılığı.

Kapanan kapıları açmaya cesaretin yoktu adamın, anlamıştı kız, en sevdiği mısralardan bir kaçını tekrarladı... Ama adam duymadı...


- "Biliyorum ne sen dönebilirsin artık... Ne de ben kapıyı açabilirim sana."

- "Beni hayatından dışladığın için öfke nöbetlerine kapılıp, bana bile yabancı gelen,
hiç tanımadığım bir sesle sana bağırmak. Haykırmak. Ağlamak.
Sonra pişmanlıkla affedip tutkuyla sana tekrar sarılmak oldu...

Yabani bir ot gibi ruhumu sarıp sarmalayan öfke ve kıskançlık duygularıyla
benliğimden uzaklaşmayı kendime yakıştırmamak, sıkışıp kaldığım bu karanlık dehlizde, kendi kalbimde, yalnızlığımda, sensizliğimde, kendi aşkımla delirmek oldu, artık seni sevmek...

Şimdi, bu acıya bir son vermesi, kendisini terk etmesi, sonsuzluğa bırakıp gitmesi için
birbirine yalvaran iki yüreğiz artik... "Ayazda İki Yürek" gibiyiz...
Sen benim şizofren aşkımsın... Bense senin kanayan vicdanınım...
Affet beni sevgilim... Verdiğim sözleri tutamadım...

Mademki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgilim...
Madem yokluğumla daha mutlusun,
O halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun..." **

** Cezmi ersöz - şizofren aşka mektup

19 Mayıs 2010 Çarşamba


ve ben her gece iki kişilik yatağımda hep seni düşlüyorum.

Özledim desem neye yarar....

Bu şehri gezdirmek isterdim sana.
Kaleiçinin dar sokaklarında öpüşmek mesela...
Falezlere çıkıp haykırmak insanlığa.
"ben bu adamı sevmek için dünyaya geldim ve hayat onu bana bağışladı"
Tut yine elimden...
seninle o yükseklikten korkmuyorum.
İstediğim çok şey var aslında.


18 Mayıs 2010 Salı

hayatımdaki tüm "O" ları sıfırlamak istiyorum şimdi.

Herşeyim ol istiyorum.
Seni isterken bencilleşmek gibi, herşeyinle benim ol.

Ayak bileğimdeki halhal,
Tırnağımdaki kırmızı,
Kasıklarımdaki sancı,  
Dudaklarımdaki aralık ol. 

Çorabımın deseni,
Topuğumun vücudundaki izi,
İnlemelerimin tonu
Sen ol istiyorum...

Çok da fazla birşey istemiyorum aslında,
Terime biraz sen karıştırmak mesela.
Yastığındaki saç kızıl olsun, benim olsun..

Biliyor musun denizkabukları geçirmek istiyorum saçlarıma. Dokunmak istediğini seziyorum ara sıra. Kumlara saklıyorum ayaklarımı. Aslında sadece bit istiyorum. Beynimde bir yer; her gece kovalar dolusu düşünceyi bana boşaltıyorlar sanki. 
Lütfen daha fazla kendini gösterip yarama üfleme, yeterince büyümek istiyorum.


17 Mayıs 2010 Pazartesi


Bir gece,
aşk çarptı yüzüme.

Bir adam ayağıma bastı.
Fazla alkolden ceza almıştı.
Yürüyordu ağzında mayalanmış melodilerle...

Bir gece aşk çarptı yüzüme!
Afalladım.
Oysa o an aklımdan geçen: 
"sende nereden çıktın"

Yürüdük beraber geceye...

Yol ayrımlarında durmadık, tümseklerden atladık.
Biz, bilmeden aynı yola adım atanlardandık.
O, konuşmadan tutanlardandı elimden...

Bir gece, aşk çarpıp yüzüme.
Saçlarımı savurdu, kokladı katışıksız nefesiyle.
Durdum.
Karşımda ki adama bakakaldım, gözümden düşen bir damlanın etkisiyle.
Yere düşmek üzere iken yakalayıp uzattı öylece.
"Biliyor musun bu damla da aynı kalp gibi, kaldırıp, taşıyamayacak eller yoklar önce"
deyince,
Afalladım...
Yüzüme aşk çarpan gecede.
İçimden şehirler geçti, kokusuna büründüğüm!
İçimden adamlar,
başka hayatlar,
soluk mevsimler geçti.

Gözümün yaşı geçmemişken...


14 Mayıs 2010 Cuma

Tüm kabilem taç yapıp çiçekleri taktılar hale niyetine. Bembeyaz elbiseler giydirip, dayadılar başımı taşa.
Saçlarımı kurban ettiler, denizden çıkan yılana. Kuyruğu daha fazla uzasın diye.
Bekaretim saçlarımdaydı sanki, kesilince bereketim kaçtı.

13 Mayıs 2010 Perşembe

basit bir şey içinde olsa, tutulmayan sözler istemiyorum hayatımda.
Kendime mutsuz bir son yazacak kadar büyümemiştim daha...
zikir çekiyorum kendi başıma
Ağzımdan çıkan her ses, adına dönüşüyor...
Fikrimi soluyorum.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

süreceğiniz hiçbir ilaç, pan olamazdı zehrime. o nedenle çok da uğraşmamalısınız bence.

11 Mayıs 2010 Salı

önüne sunduğum yemeği çok acıktığında bile tüketme, bırak gözün bile doymasın.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

ortak bir yalnızlık yaratacak kadar, bir olamadık seninle... Ne yazık!

7 Mayıs 2010 Cuma

"Elinde çekiç olan kişi herşeyi çivi olarak görür..." demiş A.Harold Maslow. Bende diyorum ki;
Çivim olur musun bedenime çakılacak?



Geceleri düşlerim düzülüyor sanki
Bana ait olmayan eller dokunuyor damarlarıma, kanıma, rüyalarıma...
ya merdiven çıkıyorum, ya büyük bir dalganın altına girmek üzere bekliyorum.
Denizlerim bile dalgalı, sularım ıssız bir mavilikte.

Geceleri harflerin altında kalıyorum.
Rüyalarımda kelimeler görüyorum.
Uykum beynimi yiyor, sabaha çoğunu unutmuş oluyorum.
Bana ait olmayan sözcükleri yazıyorum sanki,
Kendi hayatıma uzaktan bakıyorum.

Sen tek sen girmiyorsun düşlerime.
Özledim.


5 Mayıs 2010 Çarşamba






Kadın göklere bakarak;

- "Bir gün gelecek; yağmurlarda kirlenip, ateşle arınacağız... Ve huzur o zaman dokunacak kanla karışık tenimize" dedi. Ve ekledi:

-"Bazen göğsümü kesiyorum. Elimde bir falçata. Utanmasam kendi kanımın tadına bakacağım. Çoğunluk utanmıyorum. Deşiyorum teker teker... Kanı, arzuyu, şiddeti, tutkuyu alıp içinden; her bir zerresini dikiyorum uyuşturmadan.. Elimde kendi kanım. Ağzımda kendi tadım"

En son göklerden gözlerini ayırıp; dikkatle kendisini dinleyen insanlara bakarak:

- "Aynalara bakıpda kendini görebilenlere and olsun ki: bir gün bu kan, hazzımın doruk noktasına gidecek yolu gösterek" dedi ve sustu kadın...


İşte bazen;

 fevriliğim, cehaletim deliliğimden.

"He" deyip geçiyorum kendimi bile
Ah kırmızım,
Kanım,
Kadınlığım,
Saçlarım,
Aslında bakmayın geniş zaman kelimelerime.
Hayatımı hep -mış tadında yaşadım

Mesela;
Bin bir ejderhanın alevi saklandı, her bir saç telime.
Bu yüzden ne zaman savursam!
Yaktım ortalığı bilinçsizce.

Ve bu yüzden,
Rapunzel bile halt etti yanımda.
Rüyalar gördüm -mış  zamanlarda,

Medusa olmuştum,
Libya' nın çölünde yılana dönüşmüşüm bir ara.
Kesip bir telini Musa' ya,
Diğer telimi Kızıldeniz e vermişim.
Boyamışım, saç rengim bundan akmış.

Koparmışım,
İki suyu karıştırmayan denizi saç telim ayırmış.

Göklere,
Laleye,
Çınara,
Kumaşa,
Son bahara,
Onun dudaklarına 
kızıllığımı vermişim.

Hiç bir şeyi sonlandırmamak adına
bu yazıyı da yarım bırakmışım.
Uzatmışım sonsuzluğa...


4 Mayıs 2010 Salı

Hangi türkünün ezgisiyim bilmiyorum.
Yada hangi salonda çalınan bir sonatım.
En güzel düğünlerdeki adımlardan biri değilim.
Aynanın karşısına geçip, duvağımı kaldırdığım an;  kendi yüzgörümlüğümü takıyor gibiyim.

İçimdeki su cesedimi kıyıya taşıyor.

Bugün biraz umutsuzum.
Ve sözlerimi bir şiirin mısraları ile noktalıyorum...

"sönmüş kentleri dolaştım sessizlikte
içimde vahşi tamtamları inlerken ölümün
acının acıya, nefretin nefrete
karanlığın karanlığa dönüştüğünü gördüm
beyaz bir at gibi uzaklaşıp yiterken ömrüm" *



* Tuğrul Tanyol


2 Mayıs 2010 Pazar

Kadın olmak;
Varlığından çok var oluşunun insanlığa yetmesi...
Hepimiz cennetteki hurilerin dünyadaki suretleriydik aslında. Hepimizin kanında biraz Havva vardı.