9 Şubat 2012 Perşembe

Mektuplar / Sayıklamalar


Gidişinin ertesi günündeyim.. Sehpanın üzerine koyduğun bardağın izi hala duruyor. Silmedim! Bilirsin işte, sonuçta hepimiz birer iz feşistiyiz. Birbirimize baktığımızda izler görüyoruz ve bizde iz bırakabilecek insanları hayatımıza sokmaya değer buluyoruz. Seni özledim! Ne o bardağın, ne de senin bıraktığın izleri silmeye niyetim ve gücüm yok henüz...
...
Üçüncü gün.. Zamanı ifade ederken rakamları kullanmak istemediğimi fark ettim. "Bir, üç, beş" şeklinde hızlı geçmiyorlar. Hatırlasana! Sen varken de saat dahil, vücuduma fazla gelen her şeyi çıkartmak isterdim. Elimden değil, bileğimden tut isterdim. Kalbimi değil, nabzımı hisset isterdim. Değişmedi! (zamanı durdurmaya da yetmiyor ki gücüm)
...
On birinci gün... Gittiğinden beri ilk kez saçlarımı topladım. Oysaki sen, sıkıca topladığımda yüzümde oluşan o gerginliği sevmezdin değil mi? Aksine hala güleryüzlüyüm. Tek farkla; saçlarımın okşanma ihtiyacını şapkamla kapatıyorum artık.
...
Gün yirmibeş oldu.. Nerdesin?
...
Otuzüç... (İtiraf zamanı) Üzerimde bir ağırlık var. Gittiğinde kalkacağını zannetmiştim. Kalkmadı, aksine daha da bindi. Kabullenme savaşı ile yoruldum. Kelimelerin promilleri giderek artıyor! Hepsi seni özlememin yüzünden..
...
Kırkaltıncı gün...
"6.35" En sevdiğim şarkının 04:45. saniyesinde buluyor musun beni hala? Sende özlüyor musun?
...
Çaya kaç şeker attığını, vurgularını ancak sohbetten sıkıldığında kullandığını, diş fırçanı herkesten ayrı bir yere koyduğunu unutmadım. Ama tavana baktığımda yüzün görünmüyor. Geçiyor mu dersin?
...
-
...
Artık günleri saymıyorum. İkiyüzaltmışbeşten sonra bıraktım.
Acı, hala kabak tadı veren bir gerçekten öteye gidemedi..

8 Şubat 2012 Çarşamba


“Şubat asabi bir aydır. Belki devamlı soğuk olduğundan, belki de kıştan kaçmaya hiç fırsat tanımadığından. Şubat çaresizlik kokar. Sanki hayatın tek gerçeği soğuktur ve bahar denen karnaval, baştan sona bir yalan, bir hayaldir.”
* Mine Söğüt