30 Kasım 2010 Salı

Bir gün kapanan kapıları açmaya cesaret bulduğunda ben o evde seni bekliyor olacağım, ama sen hiç bilmeyeceksin diye başladı hikayede ki kız bu seferki mektubuna.
Yalnızdı, ama bu eskisi kadar koymuyordu. Anlamını bulduğu ve yazılarla anlamlandırdığı bir hayat kurmuştu yeniden kendine.
Kız geriye bakıp düşündüğünde istemişti ki "evet ben kendi başıma da mutluyum ama bu mutluluğu, seninle de paylaşmak istiyorum" Ama erkek duymak istememişti bu mesajı. O suskunların kahramanlarını oynuyordu her zaman.
Onu mutlu görmek adına yaptığı tüm girişimler sonuçsuz kalmıştı. Her ne kadar vazgeçmeyeceğim senden dese de kız, sonuçsuzlandırılamayan her şey; üzerine alınganlık olarak yapışmıştı. Keşke biraz daha cesaretli olsaydı adam, böyle suskun kalmasaydı.
"bitti..." dedi yaşanmamışlıkların üzerine nokta koymanın zamanı geldiğine inanan kız.
"Sen hiç bilmezdin de, senin yanından ayrılıp eve dönmek çok koyardı aslında. Yanında rahattım ben, huzurlu, hep yanında olayım isterdim. O dizlerde uyumak, sana sokulmak isterdim. Söylediğin ya da yazdığın her sözcükten ben çıkmak isterdim" Olmadı. Başlamadan tükettik. Şimdi tekrar eve dönüş zamanı, kapanan kapılara dokunmama zamanı... Şimdi yine bitmelerin ve yeni başlangıçların zamanı...
Başladığı mektubu zarfa koydu, zaten üzerinde adresi yoktu, alışkındı buna kız. Hiçbir zaman göndermemişti yazdıklarını. Ve mektuptan aklında kalan bir paragrafın, üzerinden geçti tekrardan.
"Yenilmiş bir ordu gibi kaçıyorsam senden, dudaklarının karşısında kaçıyorsam bağışla... Bir yangını başlatacak kibrit olmaktan korkuyorum..."
Duraksadı ve düşündü... "Asıl sorun nerede biliyormusun çözümünü bildiğin bir seyin kuruntularını yasamak" dedi hafif bir sesle aynadaki aksini görüp seslenen kız. Sadece adamın tepkisinden korkuyordu artık. Sustu... Usulca pencereden dışarısını izledi. "Keşke" dedi, "Keşke sonunu her ikimizde bilsekte bu aşkın, yine de yaşasaydık"
Yaşan(a)mayan şeylerden tüm yaşamı boyunca nefret ederek...

Hiç yorum yok: