16 Eylül 2010 Perşembe

Mektuplar / İletişim



Sevgilim,
Sana yazacağım tüm yazıların etiketine aşkı sakladım. Şu an hayatımda hiç ummayacağım bir biçimde aşkın her halini yaşıyorum ve bu aşkın doğru olduğunu hissediyorum. Her duygu zamanında ve özüne uygun hissediliyor gibi.

Sevgilim,
Biliyorum sevgiyi ifade edişlerimiz bazen birbirinden farklı olabiliyor. Ve ben her yeni günde seninle yeni bir şeyler öğreniyorum. Misal sevgiyi dile getirmekte bazen ne kadar yetersiz kaldığımı... Ama telefonun diğer ucunda söylediklerini bir sessiz direnişle ve kabullenmişlik edası ile dinlerken; inan içimden o anlarda çok farklı sesler yükseliyor. Ama bir türlü bulundukları yerden bir türlü çıkamıyorlar. Sese dönüşemeyen bir çok kelime biriktiriyorum beynimde...

Sevgilim,
Senelerce sevgiyi anlamada ve ifade etmede dokunmayı kullanmış bir insanım ben. Ve şimdi karşımızda teknolojinin bize sunduğu ve nimet mi, lanet mi olduğunu tam anlamadığım bir iletişim yöntemi ile birbirimize ulaşmaya çalışıyoruz. Az önce içimden yükselen sesler farklı dedim ya! İşte bu sesler devreye girip "keşke" diyor, "görse şu an ki sözcüklerle ifade edilemeyen mimik ve hallerini." (Sana bakışlarımı gösterememek en büyük pişmanlığım oldu son zamanlarda.)

Aslında, seni uyurken izlemeyi çok özledim. Yanında huzurla durmayı, aynı masada bardağına çay koymayı, bana çatmanı, arabada giderken bir rüzgar esintisi ile kokunun burnuma dolmasını ve yüzümde gülücükler oluşturmasını öyle özledim ki...

Lütfen bize bu kadar yakışan bir şeyin hayatımızda hep var olmasını sağlayalım olur mu?


* Eskiden yazdığım bir mektuptu. Bundan 2-3 ay öncesine bile "eski" dedirten neydi bilmiyorum. Bildiğim tek şey, tüm iyi niyetli yaklaşımlara rağmen yine de içimde uyuyan bir öfkenin varlığı... İçimi kemirmiyor, beni düşüncelere boğmuyor, sadece katlanarak büyürken beni de farklı bir insana dönüştürmeye çalışıyor. Umursamaz, bencil, eksiksiz bir tabir kullanılacak ise "onlar gibi"! Hepsinin gözü aydın olsun diyebilecekken; bugün bir kez daha anladımki, iyi ki o ve onlar gibi değilim. 

Bunu böbürlenme veya kendimi onlardan üstün tutma gayreti ile söylemiyorum. Ama hayatıma aldığım insanlara hep dikkat etmeye çalıştım. Doğru, dürüst ve eksiksiz davranmaya da keza... İnsan arada yanlış yaptığını da kabullenmeli değil mi? İnsan her an başkalarının yaptıkları- yapamadıkları- yapmadıkları şeylere onlar ve kendi adına üzülmeyi bırakmalı. Varlıkları ile yoklukları arasında bir bağ kuramadığım, hepsinin de ortak yönleri olan zekalı insanlar ile çevrelediğim etrafımı temizleme zamanım gelmiş. 
Benim için bir çok anlam barındıran; özlediğim, seviştiğim, hayatımın merkezine oturtmaktan çekinmediğim, mutlu anlara tanıklık etmek için elimden geleni ardına koymadığım ve bunlar için asla pişmanlık duymadığım, ama ne hikmetse hep bir değer bilmez - alçakla davranışları ile karşılaştığım; ve benim için artık ne olduklarını bilemediğim bu insanları affetmesemde bir şekilde içimden azad edeli birkaç zaman geçmiş. 

Bugün yukarıdaki mektubu yazdığım kişi ile mesajlaştım. Sen imalı taşlamalar attın derken, o an içimden kendi yaptığı davranışları 'e be adam sende bunu bunu yapmadınmı' şeklinde saymak geldi. Ama sonradan yazılacak her kelimenin bile gereksiz olacağını düşündüm. Bunun 'senin ailen/benim ailem bunu dedi' den bir farkı olmayacak gibi geldi. Üste çıkmak, haklı olsam bile gereksiz bir laf dalaşına girmek istemedim. Birde onu ima eden bir feed girdiğim için, hoşnutsuzluğunu dile getiriş biçimi garip geldi. Artık nasıl gördü ise üzerine koskoca 2 gün ve bir sürü yazı girilmesine rağmen, yeni yazdığı tehdit kokan o mesajın yerine, bir geçmiş olsunu çok görebilecek seviyede olduğunu gösterdi. Allah herkesin karşısına iyi insanları çıkartsın inşallah. Hayırlısı...

Güzel bir Nazım Hikmet şiiri ile bitirelim bu geçmiş zamanın hikayesini. 

SEN
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var :
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını
 
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var :
Biri sensin
biri o,
biri ötekisi
Düşmanımdır ikisi
 
Sana gelince
Yazıyorsun
Okuyorum
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum
Ne yazık!
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz
Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri
 
Sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!
Satıyorsun :
günde on kâat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat için
 
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var :
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi
Sana gelince
Ne ben Sezarım,
ne de sen Brütüssün
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz

4 yorum:

y. dedi ki...

bu şiiri yazmıştım, nasıl olup da içinden atamadığın bir öfkenin yada aslında hayal kırıklığının sonlandırlışıdır. şimdi açıkla deseler söyleyemeyeceğim pek çok şeyin karşılığı bu şiir. aynı aynsımalara sahip olmaksa enteresan. tuhaftır hissiyatıda, tahribatıda geçiyor (mu). sadece daha az yürüyebiliyorsun bilmediğin sokaklarda ve ayağında koşmaya hazır bir çift spor ayakkabı, olurda değişen duygular birini katile çevirirse daha hızlı koşabilmek için.

Efsa dedi ki...

"sadece daha az yürüyebiliyorsun bilmediğin sokaklarda ve ayağında koşmaya hazır bir çift spor ayakkabı, olurda değişen duygular birini katile çevirirse daha hızlı koşabilmek için."

daha iyi ifade edilemezdi.
Hani değişiyorum sanırım diyorumya, bana olan da tam olarak bu. Sevmiyorum bu duyguyu.

Elif Gizem dedi ki...

bir affediş midir kabulleniş midir bu yoksa biten duyguların umursamazlığı mıdır bilmiyorum. Ama ruha iyi geliyordur diye tahmin ediyorum.

Efsa dedi ki...

Kesinlikle, ama yeni sorgulamalar getirdiği de kesin. Saçma geliyor bu tarz davranışlar.