19 Ağustos 2010 Perşembe

"Gittin...! Sana duyduğum sevgiyi, ibadet eder gibi hissettirdiğimde, seni köleleştirmeye çalıştığımı sandın... Anlamadın, aslında kendi yarattığın gölgelerindi seni korkutan. Ben değildim... Bütün bencilliğine rağmen sevmiştim seni. Ateşini söndürmek istemedim hiç...

Anımsasana en çok geceleri sesimi duymak isterdin ve en çok geceleri bakardın bana. Ama bu bile bendeki yansıyan, kendi güzelliğini görmek içindi. Fark etmedim mi sanıyorsun? Anlamadım mı? Bencildin, ama ben seni çok sevmiştim.


Söylesene şimdi; ya sen bütün bunları nece zaman sonra anladın? İçindeki ateşi başkalarının körüklediğini sanarken, hangi rüzgar külleri bana serpiştirdi. Dayanamadın geldin...

Yoruldun değil mi?
Bense kırıldım.
Sen vazgeçtin,
Ben yazdım...

İlk zamanlar ben bitmesine duacıydım, sense bitmesine seyirci...

Ve sevgilim gün geldi ben senin mabetlerine ibadete durmaktan vazgeçtim. Benim kalbim buna yeterdi de, sen bu derece imana değmezdin!

2 yorum:

Elif Gizem dedi ki...

Ne zaman farkeder bir insan, karşısındakinin içindekilere değmediğini? Hangi kırılma noktasıdır bu? Birden mi olur, yoksa yavaş yavaş mı? Ve hissettiklerimiz tükenirken bizden neler götürür. Ve götürdükleri, çok daha mı fazladır kattıklarından?

Efsa dedi ki...

Kızgınlıkla dopdolu sonradan insanın kendisini bile acıtan sözler.

insanlar bilinçli alırlar sevdiklerini hayatlarına. Yavaş yavaşda tüketebilirler. sadece son noktaya gelme meselesi bu sanırım. Bilmiyorum tam.